Geçtiğimiz haftayı önce Çanakkale özelinde, ardından da ülke genelinde değerlendirmek gerekiyor.
Uzun yıllardır ilk kez 18 Mart Deniz Zaferi’nin yıl dönümü, iktidarın Çanakkale’ye yaptığı çıkartmadan uzak kutlandı.
Şehrimizde önemli denilebilecek bir hareketlilik yaşanmadı.
Bu durum esnaflar için sevindirici olmamış olabilir.
Bundan sonra yerel yönetimler bu duruma hazır olup, kentin aktivitesini artırmalı.
Zafer kutlamasını gece yapılan fener alayı ile gelecek nesillere hatırlatmamalı.
Geçtiğimiz haftanın en önemli ikinci konusu ise baştan sona siyaset kokan bir dizi eylemler oldu.
Seçimle İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamına oturan Ekrem İmamoğlu’nun görevden alınması ya da bir diğer tabirle uzaklaştırılması oldu.
Bu konuda gerçekten toplum karpuz gibi ikiye bölündü.
23 Mart geçesi ise Türk Siyasi tarihine geçen bir gece oldu.
Herkes önce tv’lerin başına kilitlendi, bir gün sonra da sokaklara çıktı.
Olayları, konuyu ben buradan yeniden tespit edip kafanızı şişirmeyeyim.
Kimin haklı, kimin haksız olduğunu da zamanı geldiğinde büyük çoğunluğun kullandığı oylarla konu aydınlanır.
En azından öyle diyelim.
Benim bakacağım en önemli konu olaylara kendi mesleğimiz açısından olacak.
Neredeyse tüm kanalları halkın sokağa çıkışı yönlendirmeye başladı.
Halk dedi ki “Kardeşim benim olduğum yerde sen yoksan, benim için de sen yok hükmündesin”
Ekrem İmamoğlu’nun duruşması boyunca hemen hemen tüm haber kanallarını zaplayıp durdum.
RTÜK, Başkanının uyarılarının ardından reyting X hesaplarına, sosyal medyaya kaydı.
Tabiki bu alanda çok fazla bilgi kirliliği yaşanıyor.
Ama en azından o gece daha çok yayın yapanlar, tarihe tanıklık etmek ister gibi davranış sergiledi.
Bu denli kalabalıkların, bu denli hareketli alanların içerisinde not edilebilecek bir vandallığın olmaması da demokrasi kültürünün henüz kaybolmadığını gösterdi.
Zaman zaman kendi kendime hep düşünürdüm.
Bir baba olarak yakın dostlarımla da sohbetlerin konusu çoğunlukla çocuklarımıza gelir takılırdı.
Ve ayrı ayrı “Şimdiki çocuklar, neden bu kadar asi ve söz dinlemiyorlar” derdik.
Bu hafta sonu anladım ki bizlerin hiç birey yerine koymadığımız “Z” kuşağı beni şaşırttı.
Evet hiç işimize gelmese de çocuklarımıza ve gençliğimize inanıp güvenmeliyiz.