Prof. Dr. Esergül Balcı
Türkiye’de, ‘kadınlara seçme ve seçilme hakkı’ 5 Aralık 1934 tarihinde, Dünya’daki pek çok ülkeden önce verildi, büyük önder Dünya Lideri M. K. Atatürk tarafından.
Hiç düşündük mü niye acaba bu kadar önce diye.
Biraz fikir jimnastiği yapalım. Her şeyden önce Türk kadını Kurtuluş savaşında cansiperane mücadeleye katkıda bulunmuştu. Çocuğunun üstündeki örtüyü cephaneye sararak çocuğuna siper olarak hayatını kaybeden Şerife Bacı, Kara Fatma, Gördesli Makbule, Adile onbaşı, Nene Hatun bunlardan birkaçı. Atamız bunun farkındaydı.
Savaşta ölen erkek sayısının çokluğu nedeniyle, ülke kalkınmasında kadına ihtiyaç vardı. Bu nedenle kadının siyasette de yer almasıyla taçlandırılması gerekiyordu.
Sofya’da bulunduğu ateşe militerliği döneminde oradaki kadınların durumunu gözlemiş, ‘ülkemde de böyle olmalı’ demişti, genç subay. Onlarda henüz ‘seçme ve seçilme hakkı’ olmasa bile.
En önemlisi ise Latife Hanım idi. Atatürk Latife Hanımla evlenmeyi zamanlama olarak çok manidar bir döneme denk getirmişti. O Avrupa’da eğitim görmüş, birkaç dil bilen modern bir kadındı. Yeni kurulan modern Cumhuriyetin ‘rol modelini’ oluşturuyordu.
Atatürk kadınlara bu hakkı, medeniyetin beşiği olarak görülen Avrupa ülkeleri olan, Fransa ve İtalya’dan 11 yıl, Romanya’dan 12 yıl, Bulgaristan’dan 13 yıl, Belçika’dan 14 yıl, İsviçre’den ise 36 yıl önce vermişti.
Hatta İngiliz kadınları pankart açarak ‘bizim Türk kadınları kadar değerimiz yok mu’ diyerek yürüyüş yapmışlardı, ‘seçme ve seçilme hakkını’ elde etmek için.
Biz Türk kadınları, altın tepside bize sunulan her türlü hakkı sonuna kadar korumalı, elde ettiklerimizin değerini bilmeliyiz.
Ölümüne yurdunu savunan mücadeleci kadınlarımızı örnek alarak.