Çok eskiden, “huysuz” emekli amcalar vardı. Diyelim park edilmesi yasak bir yere park ediliyor. Hemen işaret parmaklarını sallayarak, söylenmeye başlarlardı: “Şikâyet ediciim bunları, şikâyet ediciim!”
Ederlerdi de. Kimi zaman da uzuuun bir mektupla, gazetelerin okur köşelerine yollarlardı şikayetlerini. Dişe dokunur bir olaysa dikkate alınır, yayımlanırdı gazetelerde. Aman efendim işte o emekli abi kimse artık, değmeyin keyfine. Şikâyeti gazetede yayımlanmıştır, hane içinde kahraman, hane dışında çekinilen biridir. Bu anlattığım bir hikayeden küçük bir pasaj gibi gelebilir. Evet ben kurguladım yukarıdaki hikayeyi. Benzeri olmuştur muhakkak. Vardı öyle amcalar. Hoştular, güzel gemilere binip, güzel diyarlara göçtüler. Artık yoklar.
Geçen gün kendimi o “huysuz” amcalardan biri gibi hissettim. Gazeteme uğramıştım, hava güzeldi biraz yürüyüş yapayım dedim. Kış günlerinde kimse kafasını kaldırıp çevreye bakmıyor. Yağmur, fırtına kısa kış günleri buna engel. Herkes bir yerlere yetişme derdinde.
Neyse efendim, yürüyüşüm sırasında dikkatimi çeken ilk şey bina cephelerindeki reklam ve tabela kirliliği oldu. Hatırladığım kadarıyla bir karar alınmış ve gerek mağaza gerekse banka şubelerinde tek tip tabela kullanımına geçilmişti. Buna göre; ahşap (görünümlü) zemin üzerine, altın/gümüş (görünümlü) kutu harfler kullanılacaktı. Veya logolar yine bu anlayışa bağlı olarak tek renk yapılacaktı.
İskele Meydanı, Cumhuriyet Bulvarı/Demircioğlu Caddesi, Saat Kulesi yönü, Çarşı Caddesi… Ya reklam tabela yönetmeliği değişti ya da denetimler gevşedi… Bilemiyorum. Bir renk cümbüşü içinde her yer. Bütün işyerleri canhıraş bir şekilde öne çıkma çabasıyla, “beni de görün” dercesine kırmızı, sarı, mavi, mor, yeşil rengarenk ama kaotik. Herkes birbirinin üstüne çıkmaya çalışıyor, sloganlar ve mesajlar havada uçuşuyor!
Sanki Pakistan’da bir yerdeyiz, eğer dikkat eder de bu görüntü “kakafonisine” bakarsanız. Gerçi, kimsenin baktığını düşünmüyorum çünkü herkesin dikkati elindeki telefonda. Tarkan ne demiş, Ebru kime giydirmiş, Seda nereye gitmiş… Varsa yoksa Facebook, instagram. Kısasıyla “feys” ve “insta”.
Elindeki telefon ekranına bakarak yaya kaldırımında gitmek de güvenli değil. Esnaf nice kazalara şahitlik ediyordur. Nasıl etmesin; kendi koyduğu yer tipi tabelalar, totemler, tek yön tabela direkleri, park yapılmaz tabela direkleri, kestaneciler, seyyar sebze- meyve arabaları, iskele babaları, yola doğru yaya kaldırımını keserek geçmenizi engelleyen kanalizasyon veya su borusu arıza kazıları, kaldırımı kapatan koca gövdeli ağaçlar, geçişi daraltan kocaman otobüs durakları ve dahası… Bunları bir kısmı mecburiyet ancak yerleştirildikleri yerlere bir daha göz atılmalı.
Ya da Kordona gitmeli yürüyüş için orada elektrikli bisiklet ve bisiklet mağduru olabilirsiniz. Dikkat!
Şunu diyecekler olabilir: “Enflasyon açıklandı. Gıdada resmi artış olmuş %30! Ne tabelasından bahsediyon sen? Bu resmisi bir de bu enflasyonun harbisi var!” Ne diyebilirim ki… Görünen köy kılavuz istemez. Haklılar.
Peki başlık niye Mutlu Aile Pansiyonu? Geçenlerde aracımla ana yola çıkan bir sokak başına gelmiştim. Sağa döneceğim. Trafik akıyor. Soldan gelen kadar sağdan gelen de var. Dönüşte açık bir görüş alamadım. Çünkü kaldırımın köşesine görüşü kapatan kocaman bir tabela konulmuştu: Mutlu Aile Pansiyonu. Bir kaza olsa bu yüzden herkes Mutsuz olmaz mıydı?
Maalesef ülkemizde öyle ağır konular var ki… En başta ekonomi geliyor. Gündelik yaşam kalitesini ilgilendiren bir konu yazsanız bile öne çıkan patlıcan, biber fiyatları, artan enflasyon, eriyen emekli maaşı oluyor. Guruldayan karınlar, yaya kaldırımlarının ve yolların tabela kaosunu unutturuyor.
Ama söz; bir gün üşenmeyip elime kamera alıp bütün bunları tek tek görüntüleyeceğim. Belki de benden önce davranıp, bizim muhabir arkadaşlar yapar bunu. Bilemiyorum.