“Bir ızdıraptan, bir başka ızdıraba mı?
Sanmam.”
-Vayyy.
-Aşkım ne vayy? Ne anladın da hemen “vaaay!”
-Öff Tunç. Kendin anlamıyorsun birde üstüne bana laf atıyorsun.
-Talaşcım. Gerçekten anlamadım. Adam gayet normal yaşarken intihar etti. Biz bu filmden ne anlamalıyız şimdi.
-Aşkım adamın hayatını ve ruh halini gösteriyor film sana. Sonunda prenses kurtulmuyor diye stres yapacağına filmi anlamaya çalış.
Mutfağa gittim iki bira kapıp geldim. “Al aşkım” dedim. “Şu film üzerine birazcık konuşalım. Senin bakış açını seviyorum.”
Filmin son 5 dakikasını geri açtım. Ana karakter bir binanın tepesinde, yanında bir şişe bira ile oturuyordu, (ölürüm sana klibi gibi) yanında bir şişe de bira vardı. Tam 5 dakika boyunca sessizce oturdu bu adam. Ara ara gülümsüyor, ara ara sinirleniyor ara ara boş boş bakıyordu. En sonunda ““Bir ızdıraptan, bir başka ızdıraba mı? Sanmam.” dedi ve attı kendini.
-Hah. Talaşcığım şimdi bana anlatır mısın?
-Aşkım bütün filmimi açıklayayım sana.
-Yok aşkım o kada salak değilim! Mesela atlamadan önce söylediği şeyi açıkla.
“Peki” dedi. “Bak şimdi bu adam akıllı bir adam. Dünyaya bakışı diğer insanlara oranla çok akıllıca. Aynı zamanda oldukça da duygusal bir adam. Bu adamın bütün hayatı aklı ve duyguları arasında geçen çatışmalardan ibaret. Örnek vereyim filmin başından sonuna kadar sürekli “tanrı” sorgulaması içerisinde. Aslında bir çok insan 20 li yaşlarında bu mesele ile ilgili kesin bir yargıya varır. Bu adam ilginç bir şekilde hala net bir düşünceye sahip değil. Agnostik bile değil. Çünkü onda bile net değil.
Her seferinde en başından başlıyor sorgulamaya. Akıllı bir insan olduğu için şüpheci bir insan ama bilimsel şüpheciliğin ötesinde paranoyaya yakın bir şüpheciliğe sahip.
En sonda; filmin başından beri bir kaç kez otururken gördüğümüz yerde oturuyor. İzleyici olarak İntihar edeceğini düşünmüyoruz çünkü buraya daha önceleri de çıkmıştı.
Daha önceki bina sahneleri kısaydı ve karakteri arkadan görüyorduk son sahnede ise yönetmen seyirciyi karakteri anlama konusunda zorluyor. Önceki çıkışlarından farklı olarak kamera yüze odaklı. Karakterin mimikleri oldukça belirgin. Hatta bazı mimiklerinden delirmeye başladığını bile düşünebiliriz. Bana sorarsan bu sahne ana karakterin aklı ve duyguları arasındaki uçurumun en belirgin olduğu an. Sonra karakter birden öksürmeye başlıyor yalnız bu defa önceki öksürmelerinden çok daha şiddetli bir ara mendilini ağzına götürüyor. Mendilde kan görülüyor. Bu oldukça önemli bir detay çünkü fiziksel acı duygusal davranışları marjinalleştirir.
-Nasıl yani anlamadım?
Hatırlıyor musun sen bir kere çok hasta olmuştun ve bu hastalığın boyunca beni, Şelale’yi ve Erdem’i aynı anda kırmayı başarmıştın.
-Haaa o ondanmıymış. Ee devam et.
Şimdi geldiğimiz durum şu karakter duygusal olarak iyice kötü fakat aklı yine devreye giriyor. İnsanoğlunun en büyük girdabına tekrar giriyor. “Tanrı”
Başlıyor sorgulamaya. Bu dünyada ızdırap çektiğini düşünüyor bir yandan yaşam tarzının dinlere uyum sağlamadığının farkında eğer dinler gerçek ise öbür dünyada onu bekleyen şey yine ızdırap. Bu yüzden “Bir ızdıraptan başka bir ızdıraba mı?” diyor intiharın dinlere göre büyük bir günah olduğunu biliyor. Sonra “Sanmam” diyor. Kafasında bulunan tanrı ve din çıkmazını hayatında çok defa yaptığı gibi yine bir sonuca bağlanıyor ama bu sonuçlar hep anlık. Bu sefer vardığı sonucun bedeli biraz ağır. İntihar.
Düşündüğümden çok daha iyi anlatmıştı Talaş. Filmin son 10 dakikasını açıp izledim tekrar. Daha bir anlamlı gelmeye başladı bu sefer.