Renklerin diline göre, soğuk renkler sınıfından mor, insanda esrarengiz duygular uyandırıyormuş. Bilinçaltını ortaya çıkardığı söyleniyor.
BBC’nin haberine göre de dünyada toplam 195 ülkenin hiçbirinin bayrağında mor renk yokmuş. Mor renk pigmenti, geçmişte zor elde ediliyormuş çünkü.
Mor renge ilk kez Cilalı Taş devri mağara resimlerinde rastlanmış. Fenikeliler sayesinde 15.yy’da yaygınlaşmış. Lübnan’a kıyılarında bulunan, yöreye özgü bir deniz salyangozundan (Murex) elde ediliyormuş.
Bugün Lübnan sınırları içindeki Sayda ve Sur kentlerinde 1 gram mor pigmenti elde etmek için on binlerce salyangoz gerekmekteymiş. Tabi bu durumda ancak kralların, imparatorların erişebileceği bir renk haline gelmiş. Sur moru (Tyrian Moru) olarak bilinen renk ayrıca dayanıklı olması ve güneşi gördükçe parlaklığının artmasıyla ünlenmiş.
Roma, Bizans, Pers imparatorluklarının yanı sıra, İngiltere’de de mor renk kraliyet ailesini simgeler hale gelmiş. 1533 – 1603 yılları arasında İngiltere Kraliçesi olan I. Elizabeth, kendisi ve kraliyet ailesi dışında kalanların mor renkte giysiler giymelerini yasaklamış. Elizabeth döneminde yarım kilo mor boyanın ederi 1,5 kilo altın değerindeymiş. Günümüz altın fiyatlarıyla yaklaşık 300.000 TL! Muazzam bir rakam. Mora asalet rengi, kralların rengi denmesinin sebebi buymuş anlayacağınız.
Bir de ‘morarmak’ var. Daha çok hastalık veya mahcup olma anlamında kullanıyoruz. Veya -Mosmor oldu! diyoruz. Ayağımıza bir şey düşünce Mosmor oluyor, birisine cevabı yapıştırınca Mosmor oluyor… Sonra efendim darbeciler Mosmor oluyor!
15 Temmuz hain darbe girişiminin 2. Yıldönümü. 2 yıl önce yakınımın mezuniyet töreni için Eskişehir’e gitmiştim. Tören bitti, akşam yemeğindeyiz. Eşim Boğaziçi Köprüsü’nde garip şeyler oluyor diye uyardı ilk. TV’yi açtık.
Birbiri ardına haberler akmaya başlamıştı. Mideme bir kramp girmişti. (12 Eylül darbesini kanlı canlı yaşayan bir kuşak olarak, ‘artık olamaz!’ diye düşünüyordum. Ne kadar safmışız! Bir takım yabancı örgütlerin maşası, kimilerinin salya sümük ağlak bir imam diye küçümsediği hain, ordumuzu bir kurt gibi kemirmiş meğerse.) Yemek yediğimiz masadan kalktım, tuvalete gidip bir yüzümü yıkayım dedim. Tanımadığım bir kaç genç sırıtıyordu. Artık niye sırıtıyorlarsa. Bu durumu onaylıyorlar sandım, dayanamadım lafa girdim:
‘Eğer darbe oluyor diye sırıtıyorsanız, çok yanılıyorsunuz.’ dedim. ‘En kötü sivil yönetimi darbeye yeğlerim, Türkiye çok acı çekti bu darbecilerden.’ diye ekledim. İlerleyen saatlerde işin rengi belli olmaya başladı. Halkımız ve darbeye karışmayan Türk Polisi ve Türk Ordusunun pırlanta evlatları bu girişimi tarihe gömdü. Darbe girişiminin arkasından şüpheye yer vermeyecek şekilde, karanlık Fethullah Terör Örgütü çıktı…
Olayların ardından samimiyetle güvendiğim Türk Ordusuna karşı güvenim sarsıldı açıkçası. O günden beri öfkem geçmedi. Ordumuzun iyi yetişmiş vatanseverlerine hiç sözüm yok. Onlar da hırstan dudaklarını ısırıp kanatmışlardır, eminim. Benim sözüm ordumuzun yöneticilerine. Bu hainler nasıl bu raddeye geldiler. Bir deccale kanıp, kendi vatandaşına o mermileri sıktılar, helikopterle ateş edip, bomba attılar… Dehşet ve cinnet saatlerine ait görüntüler, 2. Yıldönümünde tekrar tekrar gösteriliyor.
Ancak, o gençlere ‘en kötü sivil yönetimi darbeye yeğlerim’ derken acaba cümleyi başka türlü mü kursaydım diyorum şimdilerde. En kötü yönetim dememeliydim. Darbe ve askeri yönetim yerine hep sivil yönetimlerin içinde çözmeliyiz demeliydim. Böyle daha uygar bir toplum oluruz demeliydim.
20 Temmuz 2016’dan sonra gelişen, şimdilerde bir rejim değişikliğine dönüşen süreci halk olarak birlikte yaşadık. Bunun ortası yok mudur Allah aşkına? Yani, asker ya da sivil bir vesayet rejimi kurulmadan olmuyor mu?
Halkın oyuyla, millet idaresiyle seçilen siyasetçilerin, 70 bin gibi korkunç sayıda öğrencinin hapishanelerde olması, KHK ile işlerinden olanlar, bozulan ekonomi, kısıtlanan hak ve özgürlükler… Öte yandan sadece iktidara yakın kanallar ve gazetelere baktığınızda ortalık güllük gülistanlık… Kendimizden şüphe ediyoruz. Biz hangi ülkede yaşıyoruz diye…
Bütün bunların içinde yaşayıp, sinirden veya sıkıntıdan ‘Mosmor’ gezmek bizlerin kaderi mi acaba?
* Bu yazının müzik grubuyla bir ilgisi yoktur…