O gün olanlar şu şekildeydi;
Çığlıklar eşliğinde hemen kapıya koştum. Kapı eşiğinde, Talaş ve onun kollarında yere yığılmış fikriye teyzeyi gördüm.
Tunç : Aaa! Ne oldu yahu!
Talaş : Çabuk ambulansı ara Tunç!
Tunç : Aloo. Şey. Mmm. Acil ambulans lazım.
Amb. : Konu neydi beyefendi.
Tunç : Komşumuz birden yere yığıldı, yaşlı bir kadın ve burnundan kan geliyor.
Amb. : Adres ne beyefendi.
Tunç : Adres? Talaş buranın adresi ne?
Yeni eve taşındıktan sonra karşılaşacağınız en büyük problem yeni adrestir.
Talaş : Dolabın üstünde evraklar var oraya baksana, orda yazıyordur.
Hızlıca dolaba doğru yöneldim.
Tunç : Alo. Söylüyorum.
Telefonu kapadıktan sonra hemen kapıya yöneldim.
Tunç : Talaşçım istersen yatır biraz, rahat nefes alsın.
Talaş : Bir şey getirsene, çarşaf, battaniye… fark etmez.
Talaş : Yaaaa!!!
Tunç : Geldim geldim. Ne oldu?
Talaş : Ya öldü galiba! Baksana hareket etmiyor.
Baktım. Ölmüştü.
Ambulans geldikten sonra yine de müdahale ettiler. Sonrasında “öldü” diye bir fiş kestiler. Böylece yeni komşumuzdan, Fikriye hanımdan daha tanır tanımaz “olmuştuk”.
Hastaneden çıktığımızda Talaş’ın yüzü gözü kan içindeydi.
“Keşke benim kolumda ölseydi şu kadın” diye düşündüm.