Şehrin sokaklarında yürürken buluyorum kendimi çoğu zaman. Flaneur kavramı geliyor sonra aklıma. Kentli-gezgin dediklerini duydum böyle insanlara. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adamı da böyle bir tipti. Kentin içindendi. Kentten içeriydi.
Sanırım hoşuma gidiyor bu amaçsız yürüme işi. Bir şeyler düşünüyorum. Aklıma yeni yeni şeyler geliyor. Sokakta gördüklerim, duyduklarım oradan oraya çekiştiriyor beni. Sünüyorum deyim yerindeyse. Boş boş geziyorum.
Çok okuyan mı bilir, çok gezen mi? sorusu geliyor aklıma. Bu soruda bir yanlışlık olduğu apaçık ortada. Boş okuyan mı bilir, boş gezen mi? Çok daha doğru bir soru olacaktır bence.
Sanat sanat için midir, halk için midir? sorusu da birazcık tuhaf sanki. Sanat sanat içindir sanatlarının büyük çoğunluğu “devlete” -tamam devlet ile ilişkilendirmeyelim sadece! Düzen diyelim.- hizmet eder. Bunun dışında kalanların tamamı halka hizmet ediyor zaten.
Ayrıca tuhaf da bir art niyet seziyorum bu soruda. Sanki halk için olan sanat daha niteliksizmiş gibi bir koku yayılıyor bu soru sorulduğu an. Dikkat edin çoğunluk bu durumu, ekseriyetle, sezinliyor ona göre davranıyor.
Boş gezme mevzusuna geri geliyorum.
Boş boş gezerken, hep aynı insanları görüyorum. Acaba dedim. Aynılı Çarşı’mı desek şu bizim çarşıya. Her gün bir öncekinin ve/veya sonrakinin kopyası zaten. Kendini bu kadar tekrar etmemeli bir kent. Aynı badanalı, aynı büyüklükte evlerden oluşmuş gibi olur o zaman. Sıkıcı olur. Beslemez kentliyi.
Kent dediğin; İnsanı beslemeli.
Kent, sadece, kalabalık olan değildir ki zaten. Gelişmiş olan anlamına da gelmez yalın bir anlatımla.
Başlı başına bir hikaye olmalı kent. Döneme uymalı, dönemin ötesinde olmalı, dönemin gerisine düşebilmeli. Tepe-taklak etmeli insanı. Düşünceler ters-düz edilmiş çorap gibi olmalı kentte.
Sınırda olmalı yani. Orta yerde kent olmaz.