“Pardon bana mı seslendiniz?”
Hemen yanımdaki adama dönüp soruyu tekrar etmesini bekledim. O da beni duymamış olsa gerek gözlerini bile kıpırdatmadı. Gayriihtiyari gözlerini takip ettim. Feribotun oturma bölümünün ahşabına çivi ile tutturulmuş bir M.Kemal Atatürk portresi dışında hiç bir şey yoktu baktığı tarafta. Hafiften kafamı eğdim öne doğru, görüş alanına biraz olsun karartım girse belki tekrar sorar diye düşünüp. Hiç kıpırdamı. Belki de bana öyle gelmiştir diye düşünüp, kitabıma döndüm tekrar.
Bir süre yazıları takip etti gözlerim. Zaten hep böyle olur. Okumam bir şekilde kesildikten sonra kolay kolay -tekrar- giremem yazarın düşün dünyasına. “Bana öyle geldi galiba” diye düşündüm tekrar. Zaten çoğu zaman, çoğu şey bana öyle gelir bu hayatta. Mesela benden çok hoşlandığına düşündüğüm bir kadın vardı bir zaman önce. Cesaretimi toplayıp açıldım bir gün. “Ben” dedim. “Öyle böyle sevmiyorum seni. Bilsen şaşarsın. Şöyle şöyle seviyorum..” Anlattım da anlattım. Uzun uzadıya anlattım. Bir insan uzun uzadıya dinliyorsa karşısındakini anlatan ufak ufak heyecanlanır. İşler iyi gidiyor diye düşünür ya da bana öyle geliyordur bilmiyorum. Bana öyle gelince ben biraz daha uzattım tabi muhabbeti. En sonunda “Ee sen ne düşünüyorsun” dedim. Bir bardak su istedim sonra. Nişanlısı varmış. Çok da seviyormuş. “Ee niye dinledin o kadar madem” diyemedim. Belki de o kadar uzun anlatmamışımdır çok kısa sürede olup bitmiştir bunlar bilemiyorum. Bu olaydan sonra bir çok şeyin bana öyle geldiğini defalarca test edip gördüm. Muhtemelen birkaç dakika öncesinde de aynısı oldu. Yanımdaki adam bana bir şey sordu sandım..
“Olmaz. Olmaz. Böyle olmaz..”
Tekrar döndüm. Kelimeleri seçebilmiştim bu sefer. Adam bana bir şey söylemiyordu ama kendi kendine konuşuyordu. Birkaç dakika önce dönüp baktığımda fark etmediğim şeyler gözüme battı bu sefer. Saçı sakalı birbirine karışmış sarışın bir adamdı. “Muhtemelen 40-45 yaşlarında, kimi kimsesi olmayan bir serseri” diye düşündüm içimden.
“Çaaat” diye bağırıp ellerini birbirine vurdu.
Hemen ilerimizde oturan iki genç kız “ayyy” diye tiz bir ses çıkardılar. Çay dağıtan adam yaklaştı. “Baboşşş sakin ol! Bak atarım seni suya!” Yerleri süpüren adam çok güldü bu şakaya. Yanımdaki adam elini özür dilermişcesine havaya kaldırıp başını eğdi öne.İşine dönünce çaycı ile temizlikçi. “Atamaz” dedi…
Bu sefer bana döndüğü için üzerime alındım. “Niye atamasın” dedim. “Huzuru bozarsan atar valla. Kimseyi rahatsız etmeye hakkın yok. Kurallar niye var? Uyalım diye!”
Hafiften çevirdi kafasını. Şöyle bir baktı bana. Alaycı bir bakıştı bu. Hafif küçümser bir ifadeyle. Kısa bir süre şaşırdım tabi. Çok fazla aşağılayıcı bakışa mağruz kalmıştım daha önce ama hiçbiri su serserinin ki kadar kötü hissettirmemişti beni.
Söylediklerimden utanı verdim birden. Ne diye böyle söylemiştim ki sanki? Sanki bu kalabalık, bu kurallar, bu ahenk çok sevdiğim şeylermiş gibi. Ben de sevmiyorum ki zaten bunları. Korktum galiba adamdan. İnsan korkunca korkusunun karşısında birlik oluverir hemen. Çaycıyla, temizlikçiyle ve bağıran kızlarla aynı kalabalığa dahil oldum sanırım. Belki de kızlar güvende hissetsin diye böyle konuşmuşumdur. Belki de çok sıkıcı ama temel bir eğitim vermem gerektiğini düşünmüşümdür serseriye…
Belki de bu’yumdur bilemiyorum. İnsan ne olduğunu pek bilemez zaten. Sevmem dediğim kalabalığın içinde 40 senedir yaşıyorum sonuçta. “Bu ne perhiz” derler adama! ama demiyorlar.
Belki de o kadar şikayetçi olmamak lazımdır. Yaşıyoruz işte bir şekilde. Güzel bir ülkenin güzel bir şehrinin güzel bir okulunda çalışıyorum sonuçta… Bunların bir bedeli olmalı tabi. Kural olmasa, yasalar olmasa bunca insan nasıl bir arada yaşar? Orman gibi işte. Tek başımıza ağacız falan ya hani. Orman olmanın şartı budur belki de…
Tam bu sırada sertçe yanaştı kıyıya feribot. Duvardaki portre şöyle bir gitti geldi iç gıcıklayan bir ses çıkararak. Herkes kalktı. Yerinden. Kendi kendine konuşmaya giden serseriden olabildiğince uzak durarak geçtim yanından. Duvarda asılı olan portreye baktım bir kere daha. Hafif eğilmiş. Gidip düzelttim. Biraz geri çıkıp baktım şöyle…
Sonra yavaştan çıkışa doğru….