Siyaset, toplumun çeşitli kesimlerinin temsil edildiği, hak ve hukukun savunulduğu, ortak çıkarların belirlendiği bir alandır. Siyasetin bu tanımına uygun olarak, siyaset yapmak isteyen herkesin eşit fırsat ve imkanlara sahip olması gerekir. Ancak ülkemizde siyasetin gerçeği, bu tanımdan çok uzaktır.
Siyasetin kademelerinde yoksul, dezavantajlı grup olan ve siyaset yapmak isteyenlerin olmadığını görüyoruz. Belediye Meclis üyeliği aday adaylığında, İl Genel Meclis üyeliği aday adaylığına başvuru ücretleri, yoksul ve dezavantajlı kesimleri siyasetten uzaklaştırmıştır. Bu ücretler, siyasete girmek isteyenler için caydırıcı bir engel oluşturmuştur. Bu durum, siyasetin sadece zengin ve güçlü olanların tekelinde olduğunu göstermektedir.
Siyasetin kademelerinde yoksul ve dezavantajlı kesimlerin temsil edilmediğini görmek üzücü. Rol model olan, bulunduğu dezavantajlı grubun kanaat önderi olan, sahalarda örgütlü mücadelenin aktivisti olanlar adaylık için davet edilmediğini görüyoruz. Bu kişiler, siyasetin içinde yer alarak, kendi gruplarının sorunlarını dile getirebilir, çözüm önerileri sunabilir, toplumsal değişim ve dönüşüm için mücadele edebilirlerdi. Ancak siyasetin kapıları bu kişilere kapanmıştır. Bu durum, siyasetin sadece belli bir kesimin çıkarlarını koruyan, statükoyu sürdüren bir mekanizma olduğunu göstermektedir.
Siyasetin kademelerinde yoksul ve dezavantajlı kesimlerin yerine, siyaset yapmak istemeyen, siyasetin “s” harfini bilmediği halde, fotoğraflarda çıkmayı sevip, çok iyi alkışlayanlar gelirleri iyi olduğu için davet edilerek ya örgütlerde yerlerini aldılar, ya da şuan aday adayılar. Bu kişiler, siyasetin ne anlama geldiğini, ne amaçla yapıldığını, ne sorumluluklar getirdiğini bilmemektedirler. Siyaseti, kendi egolarını tatmin etmek, kendi çıkarlarını sağlamak, kendi menfaatlerini artırmak için bir araç olarak görmektedirler. Bu durum, siyasetin sadece bir rant kapısı, bir makam yarışı, bir güç oyunu olduğunu göstermektedir.
Bu durumda şu soru ortaya çıkıyor: Halkçı mıyız, rantçı mı? Siyaseti, halkın yararına, halkın sesi olmak, halkın taleplerini karşılamak için mi yapıyoruz, yoksa kendi yararımıza, kendi sesimizi duyurmak, kendi taleplerimizi karşılamak için mi yapıyoruz? Siyaseti, halkın çeşitliliğini, zenginliğini, farklılığını yansıtmak için mi yapıyoruz, yoksa kendi çeşitliliğimizi, zenginliğimizi, farklılığımızı dayatmak için mi yapıyoruz? Siyaseti, halkın sorunlarını çözmek, halkın mutluluğunu artırmak için mi yapıyoruz, yoksa kendi sorunlarımızı çözmek, kendi mutluluğumuzu artırmak için mi yapıyoruz?
Bu soruların cevabı, siyasetin niteliğini, siyasetin anlamını, siyasetin geleceğini belirleyecektir. Siyaseti halkçı bir şekilde yaparsak, halkın güvenini, desteğini, sevgisini kazanırız. Siyaseti rantçı bir şekilde yaparsak, halkın güvenini, desteğini, sevgisini kaybederiz. Siyaseti halkçı bir şekilde yaparsak, halkla birlikte, halk için, halk adına siyaset yaparız. Siyaseti rantçı bir şekilde yaparsak, halka karşı, halka rağmen, halkın aleyhine siyaset yaparız.
Siyasetin kademelerinde yoksul ve dezavantajlı kesimlerin temsil edilmesini sağlamalıyız. Siyasetin kapılarını yoksul ve dezavantajlı kesimlere açmalıyız. Siyasetin ücretlerini yoksul ve dezavantajlı kesimlerin ödeyebileceği seviyeye indirmeliyiz. Siyasetin rol modellerini yoksul ve dezavantajlı kesimlerden çıkarmak toplumun kurtulmasının yolunu açabilmek için rol modeller üretmeliyiz. Siyasetin çıkarlarını yoksul ve dezavantajlı kesimlerin çıkarlarıyla özdeşleştirmeliyiz.
Gerçek bir demokratik süreç için, siyasetteki eşitsizliklerin giderilmesi ve yoksul kesimlerin temsil edilmesi gereklidir. Bu, adil ve kapsayıcı bir toplum için önemli bir adımdır.
Siyasetin sadece gelir seviyesi yüksek olanlara değil, tüm toplum kesimlerine açık olması gerektiğini hatırlatmalıyız. Yoksulların, dezavantajlı kesimlerin sesi olmayan bir siyaset anlayışı, toplumsal adaletin ve demokrasinin önündeki engellerden biridir. Gerçek halkçılığın ve demokrasinin sağlanabilmesi için, siyasetin her kesimi kucaklayacak şekilde yapılandırılması şarttır.