Baktığın denizi olduğu gibi görebilmek, olduğu gibi görürken denizi sadece dalgaları duyabilmek, sadece dalgaları duyabilirken de balıkları düşünebilmek.
Ya da bir çiçeği, başka hiçbir koku giremeden burun deliklerinden içeri, koklayabilmek. O an, orada sadece o çiçeği koklayabilmek.
Yani, aslında, bütün olanı-biteni bir an olsun kenara bırakabilmek.
Sadece “insan” olabilmek. Endişelerden, yersiz düşüncelerden kurtulup. Şöyle yalınayak insan olabilmek. Zor olmamalı aslında, çok basit gibi çarpıyor insanın kulağına ama zor işte! İnsana ne zor hem de!
Kendi başına çorap örmüş insan.
Neler neler uydurmuş. Neler neler icat etmiş.
“Dağlar gibi gençler alemde perişan olmadılar mı?”
***
Sevmeyi öğrendiği gibi ihaneti öğrenmiş. Hayvan gibi değil çünkü sevgisi. Aklı giriyor işin içine. Düşünceler, korkular, şüpheler, olmazlar, olurlar… Ne zor böyle yaşamak insan için.
Yaşasın diye ölümle korkuturlar insanı. İnsan da yaşar.
Garabet bir hikayenin, gudubet bir rolüdür insanın oynadığı.
***
Bir bakmışsın; iskelede, bir gerçeği öğrenmişsin yıllar sonra.
Bir bakmışsın; bildiklerinin tamamı yanlışmış. Hem de ne yanlış. Tam tersi yanlışlar olur ya hani, öyle yanlışlardan…
İnsanoğlunu öperek ele vermiş insan oğlu.
Öldürerek sevebildiği gibi.
Sevemeden de yaşatabilir.