“Biz saksıda mı yetiştik?” diye oldukça bitirim bir laf vardır bizde bilirsiniz. İnsan saksıda yetişemez tabi ama saksıda yetişmiş gibi kimi-kimsesi olmadan ölebilir, ölüyor da. Kimsesizler Mezarlığı bu yüzden olsa gerek. Arz-talep dengesi devletin sosyal eksiklikleri gidermesinde büyük önem taşır. Bu yüzden temiz bir boğazla, kendimden emin bir şekilde, yüksek sesle söyleyebilirim:
Kimsesizler Mezarlığı var olduğuna göre, Kimsesiz Ölümler de vardır muhakkak.
Kimler kimsesizdir?
Bana kimsesizliğin resmini yapabilir misin Abidin? demek isterdim.
Neye benzerdi acaba Abidin Dino’nun yapacağı resim?
Bir kimsesize bakıp mı çizerdi acaba yoksa kafasındaki kimsesizi mi çizerdi?
Belki de insan çizmezdi.
Göçmen bebekler, öldüklerinde hiçbir vatandaşlığa ait olmadan ölüyorlarmış biliyor muydunuz?
Öldüğü için de sahiplenilmiyor. Öldükten sonra neden sahiplenilsin ki zaten?
Ülkesine’de gönderilemiyor çünkü ülkesi dediğimiz şey aslında onun ülkesi değil. Annesi-babası oralı. Çocuk oralı değil. Annesi ya da babasından birisi Türk olmadığı sürece bizim yasalarımıza göre de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmiyor. Yani Haymatlos dedikleri şekilde ölüyor böyle bir çocuk. “Vatansız Ölüm” diyebiliriz buna. Haymatlos herhangi bir devlete uyruk bağının olmaması durumuna deniyor(muş).
Cami avlusuna bırakılan oğlan-bebekler ile kömürlüğe atılan kız-bebekler cennette birlikte oynarlar mı dersiniz?
***
Şöyle bir haber:
“Elazığ’ın Karakoçan ilçesinde annesinin evinin banyosunda doğurup çatı katındaki halının altına koyarak ölümüne sebebiyet verip, daha sonra çöpe attığı bebek, 22 gün sonra sahip çıkan olmayınca imamla birlikte 5 kişinin kıldığı cenaze namazı ile toprağa verildi. Bebeğin ismi ise mezarı başına asılan 28157 numarası oldu.”
“28157” diye çınladığında bir ses, yaşam dolu bir “burda” duyulur mu yan lisenin koridorlarında?