Yürü, yürü, yürü, yürü…
Kulakları sağır eden uğultunun arasından seçebildiğim kelimeler bunlardı…
Kalabalığın içinde yavaş yavaş yürüyordum. Kafamı çok fazla çeviremiyordum. Çevirirsem cezalandıralacağımı biliyordum. Muhtemelen bir önümdeki, ya da bir yanımdaki belki de arkamdaki bu şekilde cezalandırılmıştı.
Hepimiz aynı üniformayı giymiştik. Siyahlar içerisinde. Simsiyah kıyafetler içerisinde..
Saçımı merak ettim. Elimi kafama doğru götürdüm. Diğer elim de kalktı. Zincirli olduğunu fark ettim. Yanımdakilerin de elinin kalktığını fark ettim. Anlaşılan onlara da zincirliydim. Kafamı eğdim birazcık. Elimle kafam buluştu ortada bir yerlerde… Kısa. Çok kısa…
İşte benim tarzım.
***
Sırtıma bir darbe indi bu esnada.
Hiç bilmediğim bir dilde, hiç tanımadığım bir ses uğultulu bir kelime söyledi. Şeytani bir fısıltı gibiydi bu ses… Devam ettim yürümeye.
***
Ayaklarımın altında bir su birikintisi hissettim. Her adımda suya basıyordum. İlginç bir şekilde hoşuma gitti bu durum. Göz ucuyla sağı solu kesmeye başladım. Yüzleri belli olmayan sonsuz bir kalabalık. Hepsi farklı mı ondan bile emin değilim.
***
Birden zincirler kırılıyor sonra. Kimse yok etrafımda. Dar bir sokağın başında duruyorum. Sokak hafif eğimli. Benim yokuşun başında duruyorum. Sarmaşıklı evler var sağda solda.
Yolun diğer ucunda köpeğimi görüyorum. Bana bakıyor. Köpeklerin tiz çıakardığı sesler vardır bilirsiniz. Ben bu sese dayanamam. Katlanamam anlamında söylemiyorum bunu. İçim parçalanır. O açıdan dayanamam. O sesi duyuyorum.
***
Neden bilmiyorum. Gitmem lazım. Üzülüyorum da ama…
SON