Meyve tabakları hoşuma gidiyor.
Tam bir renk cümbüşü. Durulması güç bir coşku seli bu tabaklar. Festival havası var bu tabaklarda.
Kivisiyle, çileğiyle, mandalinasıyla…
Armutuyla, elmasıyla, muzuyla…
Tam bir sinerji ortamı bu tabaklar.
Eski bir İstanbul beyefendisinin anılarının ağzımda bıraktığı tadı bırakıyorlar bu tabaklar. “Eskiden biz burda; Rum, Ermeni, Türk, Kürt, Alevi, Sünni hep birlikte, kardeşçe yaşar giderdik” gibi bir hava var bu tabaklarda.
Kaotik değil de mozaik dedikleri mevzu.
Neyse yine böyle bir tabak geldi önüme. Bir süre baktım tabağa. Ölçtüm, tarttım, biçtim.
Kimisi hemen çatalı havaya kaldırıp tabağa doğru yönelir. Ne yiyeceğine yolda karar verir ya da onu da vermez rastgele savurur çatalı. Artık muza mı denk gelir, kiviye mi, çileğe mi bilinmez. Ben böyle yapmam ama. Ölçerim, tartarım, biçerim. Renklerine bakarım. Hangi renkler hangi rengin yanına düşmüş bakarım. Muz, çilek ya da kivi deyip geçmem. Nasıl diyebilirim zaten? Birazdan midede olacaklar. Bütün olucaz yani. Birileri benim için “tanırım iyi çocuktur” derse mesela; muzla, çilekle ve kiviyle ilgili bir şey de söylemiş sayılacak artık. Tam tersi bir durum da geçerli tabi. O yüzden bir şeyi yapmadan önce biraz daha fazla düşüneceğim artık. Muza, çileğe, kiviye karşı bir sorumluluğum bile olabilir bundan sonra.
Tam bu sırada çatalı tutup tabağa doğru sürüklemeye başladım. Kırmızı bir portakal ısırdı gözümü. İnsan ne kadar ölçse de, tartsa da, biçse de gözünden bir şeyler hep kaçıyor. Tam olarak öyle oldu. Bilmediğine, tanımadığına denk gelen her organizma gibi tepki verdim bu duruma. Bilimsel merakım ile bu yabancı meyveyi anlama isteğim birleşti.
Edemedim sordum karşımda oturan arkadaşa.
Bu portakal dedim niye daha bir kırmızı.
“Greyfurt o” dedi ve ekledi “Sen ne biçim Antalyalısın?”
Bilmeyen olabilir. Bilgilendireyim.
Antalya turunçgillerin -aynı zamanda narenciye diye de bilinir- cennetidir. Yani aslında cenneti de değildir belki bilemeyiz… O zaman şöyle yazayım. Antalya turunçgillerin -aynı zamanda narenciye diye de bilinir- bolca yetiştiği bir cennettir.
Orada yetişmiş bir insan olduğum için bunu bilmemi bekliyor tabi insanlar. Aslında benim de kendimden beklentim bu yönde. Bilmeliydim yani.
Yedim greyfurt’u. Beğendim. Bütün olduk. Artık bana denecek bir laf ona denmiş sayılır.
O yüzden; greyfurt deyip geçmiyorum zaten. Benim için diğer greyfurtlardan farklı. Görece üstün.
O yüzden kırmızı portakal ya da furt diyorum.