Kimsenin anlam veremediği türden bir gidiş hikâyesiydi benimki… İstifa mektubum şubede şok etkisi yaratmıştı. 32 yıllık polis amirliği görevimi “özel sebeplerim” olduğu bahanesi ile sonlandırmıştım. Çalışma arkadaşlarımın hemen hepsi vazgeçmem için ne gerekiyorsa yaptılar. Bütün teklifleri nezaketle geri çevirdim. Kararlıydım.
Şubeden çıktığımda hissettiğim duygu ferahlamaydı. Suçun ve suçluların arasında geçen yılların gasp ettiği bir duyguydu bu, eski bir dost… Nihayet geri dönmüştü. Kimselerin anlam veremediği bu gidiş hikâyesinin benim için ne denli anlamlı olduğunu o an idrak ettim. 8 ay önce biten bir dava ile ilgiliydi bu hikâye…
Cinayetin video kayıt görüntüleri masama konduğunda, çift kaşarlı tostumun yarısını bitirmemiştim. Getiren memur “böylesini hiç görmemiştim” dedi. Meraklandım hemen açtım. Daha önce yüzlerce kez bir şeyler yerken cinayet görüntüleri izlemişimdir. Bu sefer yiyemedim. İlk defa midemin ağrıdığını hissettim. Mideme ağrılar girmesine sebep olan görüntülerde bir damla kan yoktu. Yaşlı bir kadın bahçenin ortasında yatıyordu. Sonra bir adam geldi. Bir bidonla sıvı döktü kadının üstüne. Ateşe verdi. Soğukkanlılıkla bir köşeden izledi olanları. Ateş söndüğünde bir kaç adım attı. Hareketlerinde şaşkınlık vardı. Sağa sola gitti birkaç kez. Paniklemişti. Dizlerinin üzerine çöktü. Avuçlarının arasına aldı külleri ve ağlamaya başladı…
İfadesini günlerce okudum. Cinayetin ayrıntılarından başka bir şey yoktu. Çevre araştırmasına koyuldum. Mesai arkadaşları, komşular… Sıra dışı hiçbir şey bulamamıştım… Suçunu itiraf ettiği için hapse gönderildi. Dava kapandı.
Tam 3 ay sonra şubeye bir kadın geldi. Benimle konuşmak istediğini söylemiş.
– Merhaba, Neslişah Hanım di mi?
– Merhaba. Sizinle Artin Varol cinayeti ile ilgili görüşmek istiyordum. – Hmm. Kendisi cezasını çekiyor dava kapandı.
– Biliyorum. Tanıdığım birçok kişi ile soruşturma süresince konuşmuşsunuz. Beni bulamadınız sanıyorum. Sadece konuşmak için geldim.
– Sadece onu tanıyanlarla görüştüm. Cinayetle ilgili bir ipucuna sahip olduğunuzu düşünmüyorsak sizi aramayız! İşler böyle gider.
– Sanırım Artin’in en uzun süren gönül ilişkisi benleydi. Son kız arkadaşı bendim. Anlayacağınız benle konuşmamış olmanız pek doğru gelmedi bana.
– “Peki” dedim. “Anlatın dinliyorum.”
Bunun bir sorgu olmadığını söyledi. Öğle yemeğine çıkmayı teklif etti. Öyle yaptık. Sabırsızlanmıştım. “Yemekler gelmeden anlatmaya başlayabilir misiniz?”, “Tabii” dedi. “Meraklanmanızı istemiyorum.”
“Artin oldukça başarılı bir akademisyendir. Sosyal hayatın gözdesi tipleri bilirsiniz, hiçbir şey yapmalarına gerek bile kalmadan insanların hayranlık dolu bakışlarını üzerlerine çekerler. Onlardan birisiydi. Aynı üniversitede çalışıyorduk. Göreve başladıktan sonra anlaşamayacağımı düşündüğüm tek kişi oydu. İtici buluyordum. Daha doğrusu öyle sanıyordum. Zamanla hayranlığa ve hoşlantıya doğru evrildi duygularım. Kadınlara mesafeli duran bir tip olduğunu duymuştum. Bütün bu özellikler ilginç bir şekilde onun ‘karizma’ hanesine yazdığımız ‘artılar’ oluyordu. Sonra tanıştık. Bir süre sonra sevgili olduk. Doğrusunu isterseniz ‘ilişkimiz başta iyiydi’ klişesine girmeyeceğim. Olmayacağı her halinden belliydi. Sadece devam etmek istiyorduk. Öyle de yaptık. Zamanla iç dünyasının öngördüğümden çok daha karmaşık olduğunu anladım. Uzmanlık alanım psikolojiydi. Artin, sevgilim olmanın yanı sıra gözlemlediğim bir hastaya dönüşmüştü. Yıkıcı dürtüleri olduğunu sezebiliyordum. Nadir anlarda bu duygusunun yoğunluğunu görebiliyordum. Annesi ile ilişkisi oldukça dikkatimi çekiyordu. Annesi hayattaki tek varlığıydı. Annesi ile ilgili hisleri normal insanlarınkinden oldukça farklıydı. Bir yandan hayattaki en değerli varlığı olarak onu görüyordu, bir yandan hayattaki tek yükü olarak. Doğrusunu isterseniz annesinin mükemmel bir insan olduğunu düşünüyorum. Bir çocukta öyle ya da böyle travma yaratmamış çok az anne vardır Artin’in annesi bu annelerdendi. Bütün bu çalkantılar içinde kocaman 2 seneyi atlatmıştık. Sonra Artin’den korkutucu cümleler duymaya başladım. Yıkıcı dürtüleri aklını yemeye başlamıştı. Ömrünün ilk yarısını bu dürtüyü yaratıcılık olarak ortaya koyan bir insan, fark etmeden karanlığın sadık bir askeri haline dönüşüyordu. Biliyor musunuz? Bir keresinde şöyle söylemişti. ‘İnsanlara hoş gelen birçok şeyin beni bağımlı kıldığını hissediyorum. Bu bağımlılık maddi karşılığını bulduğu sürece devam ediyor. Ancak samimi bir hiçlik neticesinde gerçekten özgür olacakmışım gibi bir his var içimde.’”
Bu sırada kahvelerimiz gelmişti. Kahvemden bir yudum aldım. “Peki” dedim. “Ya sonra?” Devam etti. “Bana soracak olursanız, kafasında kurduğuna inandığı kusursuz teorisini pratiğe dökerek özgürleşeceğini hissetti ve çok değer verdiği annesini öldürdü. Öldürürken hissettiği duygunun yoğun bir sevgi olduğunu düşünüyorum. Sonra son aşamaya geçti. Bağımlılığını maddi hayattan silip, özgürleşeceğini düşünüyordu. Bunu ancak yakarak yapabilirdi” Tam olarak anlamadığım bir şeyler varmış gibi geldi, lafa girdim. “Kararlılıkla planlanmış bir cinayetin son aşamasında neden ağlar bir insan?” Tebessüm etti. Kahvesinden yudum alma sırası ondaydı. “İlla bir kül kalır.”