Herkes -hayatında en az bir kere-; gözlerini sıkıca açıp kapattığında olan biten bazı şeylerin hiç olmamış olmasını, yaşanan türlü saçmalıkların cılız bir sis bulutu gibi dağılmasını ister. Gelin görün ki; gözlerinizi sıkıca kapatıp açtığınızda -artık- bakışlarınızda umuda dair kalan son emare de gider. Kafayı yiyecek gibi olursunuz. Midenize anlamsız ağrılar saplanır ve uyumak isterseniz…
Sürekli uyumak…
Geçen bir hafta boyunca sürekli uyudum… Uyanıp bir şeyler yedim tekrar uyudum. Film izlemeye çalıştım; uyuyakaldım… Sevdiğim albümleri dinleyemedim… Hayata dâhil olmaya çalıştığım küçük aralıklarda -her sefer- sıkışıp kaldım.
Uykuya daldım.
“…bir rüya gördüm garip bir rüya. Gözeneklerimde hissedebildiğim, gerçek bir rüya.Huzuru hissettim önce. Doğup büyüdüğüm evdeydim. Yanımda rüya boyunca yüzünü görmediğim ama varlığını hissettiğim birisi vardı. İlginç bir şekilde görmeye çabalamıyordum bu kişiyi. Ara ara bir şeyler söylüyordum ona, -sadece- dinliyordu. Evin içinde dolaştığım zamanlar peşimden geldiğini hissediyordum.
Kapı çaldı.
Koridora doğru döndüm. Ben açarım dedim. Yürümeye başladım. Arkamdan geldi… Delikten baktım. Yan komşumuz Hanne teyze kapıda duruyordu. Kapıyı açmaya yeltenmedim. Kendi daire kapısına dönmüş kapının açılmasını bekliyordu. Yan dairenin zilini -yine- kendi zilimiz sanmıştım. Bütün çocukluğum boyunca bu yanılgıya düştüm. Bunun sebebini şöyle açıklayabilirim. Oturduğumuz apartmanın daire kapıları birbirine fazlası ile yakındı. Yan daireden birileri evden çıkmak için kapı kolunu çevirdiğinde sizin evinizden birisi çıkıyormuş hissine kapılırdınız… Yan dairenin zili çaldığında sizin ziliniz çalıyor sanardınız. Bu sebepten olsa gerek ses duyduğumda koşa koşa kapıya giderdim. Babam bu duruma fazlasıyla eğlenirdi… “Talaşcığım” derdi “daha dikkatli dinlemelisin o bizim zilimiz değil!” Nasıl anladığını sorardım babama. “Dikkatli dinlersen birisinin daha derinden geldiğini anlarsın” demişti. “Bir süre sonra hangi zil hangi daireye ait bunu ayırt etmeye başlarsın.”
Gözetlemeye devam ettim. Kapı açıldı. Kapıyı açan Hanne teyzeydi. Arkamda duranın sesini duydum, şeytani bir kıkırdama ve kıkırdamaları arasına tıslar gibi eklediği ilginç sesleri işittim. Tüylerimin ürperdiğini hissettim. Hanne teyzeye kapıyı yine Hanne teyze açmıştı. Kapıyı açan Hanne teyze gülümsemişti, yeni gelen Hanne teyze ise donuk bakışlarla bir süre kapıda durup içeriye girdi…
Kapıyı açan Hanne teyze koridora çıktı. Bir süre öylece bekledi. Olan biteni merakla izliyordum. Arkamda duran –tekrar- tıssladı. Hanne teyze daire kapımıza doğru döndü. Onu gözetlediğimizi anladığını düşünüp -gayri ihtiyari- bir adım geri attım… Bir süre bekledim. Yeterince beklediğimi düşündüğümde kapıya doğru bir adım daha attım. Gözümü -yavaşça- deliğe yaklaştırdım. Hanne teyzeyi gördüm. Merdivene doğru -sanki uyuşturucu bir maddenin etkisindeymişçesine- yürüyordu. Yürüyüşünde garip olan bir şeyler vardı, kollarını hiç sallamadan, yana salmış bir şekilde yürüyordu. Daha önce böyle yürüdüğünü fark etmemiştim. Duvara yaklaştığında durdu. Bütün vücuduyla aşağıya inen merdivene doğru döndü ve ağır ağır indi merdivenlerden.
“Tısss…”
Sesi duydum. Arkama dönmeye çalıştım. Kafamı tuttu. Şeytani gülümsemesini -şimdi- çok daha net duyuyordum. Gözümü -tekrar- deliğe yaklaştırdım. Az önce Hanne teyzenin indiği merdivende bir karartı gördüm. Karartı son basamağa gelince durdu. Hanne teyzenin yaptığı gibi bütün vücudu ile döndü ve bana doğru yürümeye başladı…
O an hissettiklerimi sadece iki kelimeyle açıklamam istenseydi bu kelimeler heyecan ve korku olurdu. Aşırı heyecanım vücudumu kontrol edebilme yetimi elimden aldı. Dudaklarımdan -istemsice- şu cümleler döküldü:
“Bu benim!”
Arkamdan gelen sesi duyduğumda kapımın önünde duran ben de durmuştu.
“Tısss…”
Elini zile götürdü.
Zırrrrrr