Yazmayım diyorum. Öte taraftaki, yani sol omuzdaki yaz! diyor.
Bir kaç başlık gidip geliyor, yazının başlığını acaba ne yapsaydım?
Modern çağın palyaçoları, siyasetçiler. Başlık bu olsa. Nasıl?
Türkiye’ye uyarlayayım: Kavuklu ve pişekâr siyaset sahnesinde!
Olmadı. Niye? Uymadı onlar birbirine.
Hepsinin gerçek tanımını bildiğim için içim ezildi.
Bir siyaset bezirgânı için güzelim palyaçoya kıyamam.
Aynı parça pinçik siyasetçi için Kavuklu ve Pişekâra hiç kıyamam!
Yok yok bu pazar yerindeki halleri mutlaka yazmalıyım. Sessiz kalan ve içi kabarmış bir kitle var biliyorum. Biri yazsın da hah işte bu be evladım, ben de bunları söylemek istiyordum diyenler var. Ama sus artık zarar veriyorsun diyenler de var. Hangisi daha baskın bilemem. Anket yaptıracak param da yok açıkçası.
İsmi lazım değil bir partinin Pazar yeri faaliyetine tanıklık ettim. 15-20 kişilik bir heyet. Herkesin herkesi tanıdığı bir kasabanın pazar yerinde siyasetçiler ne yapar acaba diye çok düşündüm sonraları ama bulamadım… Eksikliğim işte.
Herkese selam vererek başladılar. Bir an baktım heyet alkışları kabul eder tarzda yürüyor ama alkış yok! Bir de habire yukarıda birilerine selam veriyorlar. Sanki binalardan konfeti yağıyor. Onlar da balkonları selamlıyor.
Binalardan atılan konfeti-monfeti yok. Öndeki kişi sanırım belediye başkanı adayı… Herkesi, elbette bütün balkonları selamlayarak ilerliyorlar. Balkonlara baktım. Bizim pazar sokağındaki balkonlara. Çok balkon yok. Ayrıca balkonlarda da kimse de yok. Olsun, yukarı bakmak iyidir. Sanki ‘aydınlık yarınlara’ bakılıyor. Aman ne hoş. Biyutiful! (Çok güzel)
En çok o konuşuyor. Yani belediye başkanı adayı. Sesi biraz ayarsız. Bana azarlar gibi geldi ama tonu öyleymiş. Yakınındaki birine sordum, öğrendim. Arkasındakiler ise kendi aralarında mırıl mırıl kendi günlük dedikodularını yapmakta… Çok neşeliler. Karnaval korteji gibiler. Mutluluk baloncukları havaya yükselip, Plop! Plop! diye patlıyor adeta… On yüzmilyon baloncuk!
Pazar sokağının neredeyse tamamı dışardan gelen pazarcılar ama bizim heyet hepsine selam verdi. Çoğu burada oy vermeyecek. Olsun. Hal hatır sordu müstakbel başkan. Bir ara Uğur abi seni görmedim kusura bakma, filanca yenge… Şeklinde bir şeyler işittim ama… Gölgelerde kaybolup gittiler…
Faaliyet bitti. Yüzdesi bir hayli yüksek yabancı pazarcı esnafı bu heyete bir tek şikayetini bile söyleyemedi. Veya söylemedi. Söylese ne olacaktı? Hiç!
Dostlar alışverişte gördü. Düşmanlar fena güldü… Aynen böyle oldu. Tam böyle olmasa bile, yarım böyle oldu. Yarım, tam… Neyi değiştirir ki?
Aynı pazar yerinde her parti ‘seçim’ faaliyeti yürütüyor. Hepsi aynı mı? Hayır. Halkla temas etmeyenler de var. (Çok işi olanlar mesela. Biliyorsunuz çok işi olanlar devamlı telefonla konuşur. Kulağına yapıştırır telefonu. Sizi şöyle bir görür, çok seviyorsa lütfen bir gülümsemeyle selamlar sizi. Sempatik olanları iki gözünü birden kırparak “gördüm seni, döncem ben sana” mesajı verir. Bir kısmı görmeze yatar. Sonrasında “ay iş konuşuyodum, dalgınım görmedim şekercim yaaa” diye sabunlayabilir.)
Mesela bir aday, (hay Allah tam da ziyaret sırasında) telefonla aranmış oluyor. Telefonu kulağına yapıştırıp, meşgul meşgul devlet meselelerini konuşuyor. Pazarcı esnafı veya ‘hâlk’ ile temas kuracak değil ya… Siz de anlayın gari. Hadi bakalım ekip toplasın geriyi… Gülücükler, mavi boncuklar, şerbetler falan filan…
Uzun aralıklarla yaşıyoruz ama yerel seçimlerin bu halleri geçse de aslımıza dönsek diyorum. Herkesin işi gücü var kardeşim. Kimi Başkanları seçildikten sonra görmek veya tanımak ne mümkün?
Değil mi efenim!