Kahvaltı yapmam şart! Erkenden merkeze indim. Meşhur simitçiden içeriye adımımı attım.
Baktım simit yok!
Bitmiş.
Hep bitiyor zaten.
Fırını büyütün.
Kapasitenizi genişletin.
Zaten satılıyor bu meret.
“Acayip doğrucu” yaklaşımımdan mest olmuştum. Bana yakışan simit almaktan vazgeçmekti. Öyle de yaptım. İçimden şu sözleri tekrarladım.“Pasif direniş Anadoluya benimle mi girdi bilmem ama benimle yaşadığı kesin.” Haklı çıkmıştım. Gururluydum. İyi bir kahvaltıyı hak etmiştim.
Hemen tezgaha yöneldim. “Tezgahta renk renk, çeşit çeşit poğaça ve börekler vardı” demek isterdim fakat yoktu. Hepsi aynı renkte olan poğaça grubu insanda “monotonluk” hislerini depreşdiriyordu. Yapılacak tek bir şey kalmıştı. Börek almak. Böreklerin önüne doğru geçip “bunlar ne böreği” dedim. Oldukça sıkılmış görünen tezgahtar kız eliyle börekleri işaret ederek “Bu su böreği, bu da paçanga böreği” dedi. Birazcık düşünmem lazımdı. Planıma uygun davranıyordum. Gerçekten de birazcık düşündüm. Birazcık düşünmemden sıkılmış olsa gerek birazcık yüksek sesle “hangi böreği istiyorsunuz?” dedi tezgahtar kız. Ürkek bir tavırla işaret parmağımı paçanga böreğine doğrultup “Şu böreği” dedim. Oldukça sıkılmış görünen tezgahtar kız, işaretimi görememişti. Su böreği dilimlerinden oluşan tabağı elime tutuşturdu. Zorluk çıkarmadım.
Su böreğim bittikten sonra sigara yaktım. Talaş’ı düşündüm. Biz neden ayrıldık acaba diye düşündüm? Başta bu unutkan tavrımı sempatik bulup “Tunç ne adamsın olum ya” gibilerinden eğlendiysem de sonra sonra öfkelenmeye başladım. Gerçekten Talaşla neden ayrıldığımızı hatırlayamıyordum. Hepi topu üzerinden 2 ay geçmişti ve unutmuştum! Keşke dışarıda kaldığım gün sorsaydım.