Türk milletinin değişmeyen hasleti, aceleciliği/ataklığı, coşkulu milli duyguları ve illede vatan sevgisi… Vatanın tırnağına halel geldiğini görsün, çıkmayın karşısına! Gözünü kırpmadan canını vermeye hazırdır. Dün de öyleydi bugün de…
Başlıktaki cümle 102 yıl önce yazılmış bir asker mektubundan. Çanakkale Savaşları sırasında Kastamonulu İsmail, anne ve babasına yazmış. Ancak bu cümle ona ait değil. Memleketlisi (Aynı zamanda mektubu da yazan) Mehmet Mustafa Çavuş’a ait.
İsmail’in mektubunu okumaya devam…
Birliğiyle Gelibolu’ya (Saros) gelmişler ve çadırlara yerleştirilmişler. Geceleri top sesleri duyuyorlar, gündüzleri düşman gemilerinin top atışlarını görüyorlar ama cepheye uzaktalar. Bu duruma üzülüyorlar. Komutanları, kardeşleri için savaşının gerisinde bulunmaları gerektiğini söyleyerek teselli etmeye çalışıyor.
Sıcak bir yaz gecesi (Temmuz), çadırlarının bulunduğu kampa gelen bir süvari cepheden haberler getiriyor: “Seddülbahir denen bir kale civarında kardeşlerimizin şan ve şerefle sıcak bir savaşta olduğunu, bizim ve onların mutlaka zafere ulaşacağımızdan bahsetti. O gittiği zaman uyuyamadık.”
İşte o sırada, İsmail’in mektubunu da yazan memleketlisi Mehmet Mustafa Çavuş ayağa fırlıyor ve bağırmaya başlıyor: “İnşallah, kerim olan Allah’ın da inayetiyle, anam beni bu çadırda ölsün diye doğurmadı. Sizden kim adamsa beni takip etsin.”
Silah taşımayan, ilaç şişeleri olan bir çanta taşıyan yaşlıca bir adam,
Ahmed: “… müsaade almadan nasıl bu adamları dışarıya götürüyorsun?” diyor ama Mehmet Çavuş: “Bizim subaylardan değil, yüksek komutandan, Alman Liman Paşa’dan müsaade almaya gidelim.” diyerek Ahmed’i razı ediyor.
Başta Mehmet Mustafa Çavuş, İsmail ve diğer askerler, sabah ağarmadan önce sırt çantalarını yüklenip saatlerce yol kenarından yürüyorlar. Yaptıkları, askerlikte firar etmek demek. Ama umurlarında değil. (Bu arada cepheye yapılan yürüyüşlerin düşman uçaklarının saldırısından sakınmak için gece yapıldığını not edelim.)
Sabahın bir saatinde cepheye intikal eden pek çok askerin buluşma noktası olan bir yerde duruyor, Liman Paşa’nın karargâhını öğreniyor ve buluyorlar da…
Gerisini, askerin ismini tam telaffuz edemediği için ‘Kalınkeser Paşa’ dediği Kannengiesser’in anılarından öğrenelim (O’na da Liman Paşa aktarmış):
“ Çadırdan dışarı çıktığımda, terden sırılsıklam olmuş, toz-toprak içinde kalmış, altı piyadenin karşımda ‘Hazır-olda’ durduğunu gördüm. En yaşlısı tercüman aracılığıyla diyordu ki: ‘Paşa’, bizim birlik, savaş yapılmayan bir yer olarak, Saros Körfezi’nin üstünde bulunuyor. Burada ise, kardeşlerimiz ağır bir savaşın içindeler. Senin bizi burada bir cepheye yerleştirmeni rica etmek için, Alayımızdan kaçtık.”
Devamı İsmail’in mektubunda:
“O bize bir baba şefkatiyle davrandı, yemek verdi ve bize’ Siz kötü bir harekette bulunmuşsunuz. Subay ve birliğinizden izin almadan, orayı terk etmişsiniz. Fakat, size yine de kahraman savaşçılar gibi işlem yapılacak. Çünkü siz, kardeşleriniz savaşırken, boş ve serbest kalamazsınız. Bu gece, benim çadırımda kalınız ve yarın sabah sizi düşmana karşı göndereceğim.’ Dedi.”
Kalınkeser (Kannengiesser) Paşa anılarında, askerlerin ricalarının uygun görüldüğünü ve gönderildikleri birlikte üçünün hemen vurularak şehit olduklarını yazıyor. Hayatta kalan ise İsmail’dir. Onun mektubu sayesinde biz de bu kahramanlık hikayesini öğrenmiş oluyoruz…
Çok değil, 2 yıl önce, 15 Temmuzda vatana kast eden hainlerin saldırısına uğradık.
Türk milleti hasletlerini unutmadığını bir kez daha gösterdi. Mehmet Mustafa Çavuş gibi en önde kurşunlara göğsünü siper etmekten, tankın önüne yatmaktan sakınmadı.
Çanakkale ruhu, 15 Temmuzda Demokrasi ruhuyla tekrar tezahür etti.
Şehitlerimizi minnet ve şükranla anıyoruz.
(Bu yazı ilk kez Gündem Memleket Gazetesi’nde yayımlanmıştır.)