Karabulutların, gökyüzünü kapladığı bir Eylül günüydü. Öğlen vakti olmasına rağmen sokak lambaları yanıyordu. Güçlü rüzgâr; sararmış yaprakları, yeşil kalabilenlerle harmanlamış oradan oraya savuruyordu. Deniz kenarındaki bankta tek başıma oturuyordum ve birazdan ölecektim.
Birazdan öleceğinizi bildiğiniz zaman; her gün gördüğünüz sıradanlıklar, anlam ifade etmeye başlar. Hayatta kalma dürtünüz bir an olsun sizi terk ettiğinde, düşünceleriniz özgürleşir. Bütün hayatınız boyunca, kendiniz olamadığınızı anlarsınız bu anlarda. Ölüm müdür erken gelen, bu fark ediş mi geç gelir bilinmez.
Gözlerimi denize diktim bir ara. Bana anlatacağı bir şeyler olmalıydı. O eski huzur veren maviliğini aradım. Eser kalmamıştı. Bir kadın geçti önümden sonra, esen rüzgâra rağmen saçları savrulmayan, savrulamayan kadınlardandı. Ardından bir erkek geçti, bana baktı kaşlarını çatarak. Oturduğum bankın çevresini taradı gözleriyle, bir şey arıyordu sanki. Belki bir kusur, belki bir günah. Bulamayınca, söylene söylene devam etti. Bir sokak köpeği göründü sonra yolun başından. Ağır adımlarla, sağı solu koklaya koklaya geliyordu. Bana yaklaşınca durdu. Kuyruğunu sallaya sallaya yanıma yanaştı. Kafasını okşadım. Ceketimin iç cebinden, sabahtan kalma çeyrek simidi çıkardım, bir güzel yedi. Ayakucuma kıvrılıp yattı sonra.
Yağmur çiselemeye başladı ufaktan. Gözümle taradım kordonu, ne gelen vardı ne giden. Ne ölüm gözüküyordu ufukta, ne yaşam. Bir sigara yaktım. Derince bir nefes aldım. Bir umut tekrar bakındım sağa sola. Kimseler yoktu. Nasıl olsunlar? İşiniz yoksa dışarı çıkmak yasaktır. Dışarı çıkıyorsanız ya bir yere gitmelisiniz, ya bir yerden gelmeli. Eminim ki kimseler oturmamıştır bu banka 10 senedir. Nasıl otursunlar? Ya birileri ayıplar, ya polis gelir tartaklar.
Sigaramdan son bir nefes aldım. Önümde uzanan engin maviliğe diktim gözümü. O da bana dikti. Mavi gözlerinde umudu aradım, huzuru aradım…
Gözlerimin karardığını hissettim sonra. Ölümdü bu, tanıdım. Ayağa kalkıp merhaba demek istedim, gücüm yetmedi. Önce bir elim düştü yan tarafa. Sonra biraz aşağıya doğru kaydım. Kafam sağa düştü. Ayakucumda yatan dost elimi yalamaya başladı. Biliyordu. Ölüyordum. İki karartı hissettim sonra önümde. Yarı bulanıktı ama anlamıştım, üniformalı iki görevliydi karşımdakiler. Birisi “Oturmak yasak, hadi kalk!” dedi… Güçlü bir çınlama başladı, gövdem yana devrildi. Küçük bir aralıktan süzülen ışığını gördüm güneşin, bir de sallanan kuyruk.