Güzel ve güzellik kavramı bildiğini bilen canlının kafasında her zaman yer edinebilmiştir. Güzele erişme, güzeli yaratma ve güzele dair düşünceye sahip olma gibi davranışlar hemen hepimizde var. Neden güzellik ile ilgili yargılarımız var? Nasıl oluyor da bir müzik eserini diğerinden daha güzel bulabiliyoruz?
“Bana bir dayanak noktası verin, size dünyayı hareket ettireyim” Arşimet.
İnsanların –neredeyse- tamamının ortak akla sahip olabileceği çok az konudan birisi sanıyorum ki doğanın güzelliğidir. Birkaç somurtkan şirinin kaideyi bozmayacağını düşünürsek, doğa; güzellik konusunda düşünce üretmek için ideal bir dayanak noktasıdır. Dayanak noktamın daha iyi anlaşılabilmesi için, Homo Sapiens’in doğa ile ilişkisinden bahsetmek istiyorum.
Dünyaya bir sürü deneyimle geliyoruz. Her birimiz; bizden önce yaşayanların ve bizden sonra yaşayacakların bilgilerini taşıyan bir kurye gibiyiz. Doğa’nın içine doğma doğamız gereği doğanın bir parçası oluyoruz. Merakımızın peşinden doğaya gidiyoruz, merakımız doğada deneyim halini alıyor. Bu keşfe bayılıyoruz. Deneyimleme dürtümüz biz ölene kadar, durmaksızın devam ediyor. Bu deneyimlerden elde ettiğimiz bilgiler sayesinde tecrübeler elde ediyoruz. Tecrübeler neticesinde yargılarımız oluşuyor. Yargılarımız sayesinde iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış gibi soyut kavramlar düşünce dünyamızda yer buluyor.
İnsanın doğa ile ilişkisine baktığımız zaman “estetik ile ilgili düşüncelerimiz deneyimlerimize bağlı olarak şekilleniyor” yargısına varmamız olağan görünüyor. Basit bir gözlemle bu önermenin doğruluğunu görebiliriz. “Belirli bir bölgede yaşayan ve belirli bir kültüre maruz kalan insanların, benzer estetik zevklere sahip olduğunu görmek mümkündür.” gibi bir önerme birçok insana doğru gelecektir. Bireysel deneyimleri hesaba katarak bu insanlar arasında “estetik algı farkının” olması meselesini de gayet anlaşılır bulabiliriz. Şimdi en baştaki soruma tekrar dönmek istiyorum.
Nasıl oluyor da bir müzik eserini diğerinden daha güzel bulabiliyoruz?
Doğa ve insan arasındaki ilişkiyi göz önüne alırsak deneyimlerimizle örtüşene yakınlık duyup böyle bir kanıya vardığımız söylenebilir. Kulağında izi olanı kendisine daha yakın hissetmek, bir insandan beklenebilecek tutarlı bir davranıştır. Peki bir klasik müzik eserini dinleyen bir insan -daha önce dinlememiş- onda kendisine ait bir şey nasıl bulabiliyor? Sanıyorum buradaki meselenin derinlerinde doğa-insan ilişkisi tekrar kendini gösteriyor. Doğanın diline özü itibari ile yabancı olması olanaksız olan insan; daha önce tecrübe etmediği bir klasik müzik eserini duyduğunda orantı, ritim, ses ve ahenk gibi doğada çokça tecrübe ettiği bazı “ilkeleri” duyduğu yeni müzik ile karşılaştırıyor. Dinlediği müzik, deneyimleri ile ortak noktalara sahip ise eserin “güzel” olduğu ile ilgili bir çıkarımda bulunuyor. Doğayı taklit eden sanat eserinin kalifiye olup olmadığını bizzat taklit edilene bakarak doğruluyor. Bu davranış biçimi zamanla insanda estetik dikkat denen davranışı geliştiriyor. Estetik dikkat sayesinde somut olanda soyutu arayan insan estetik özne olmaya doğru evrilmiş oluyor.