Herkesin kendi çocukluğunu aradığı günler vardır. Kendi çocuğumuzu büyütürken bile onu çocukluğumuzla kıyasladığımız nice zamanlar… Biz çocukken diye başlayan her cümle ya hasret kokar ya pişmanlık…
Bizim kuşak çatışmalarımız vardı. Büyüklerimize göre şımartılmamak adına atılmış keskin bakışlar vardı. O öyle bir bakıştı ki büyükler için koltuk kabartan büyük bir erdemdi. Ama şimdi kuşaklar bile çatışmıyor artık. Yıllar geçtikçe o kuşağın mesafesi de uzuyor bilinmezliğe doğru.
Bizim güvendiğimiz sokaklarımız vardı. Üstünden kilitlenmeyen kapılarımız. Mahalleye giren yabancının üstünde sokaktan çıkana kadar takip eden mahalleli gözleri vardı. Bizim sağlıklı beslenmemiz kalorili yiyeceklerimiz yoktu. Biz de bir salçalı, yağlı ekmek vardı ki değme yiyeceğe taş çıkarırdı. O salça hayatın en sağlıklı arkadaşıydı. Boyalı buzlar, kader kısmet gofretler için sıralara girerdik bakkal önlerinde.
Bizim siyah önlüklerimiz vardı, beyaz yakalarımız… Boynumuzda kaybetmemek için ortası delinip ipe dizilmiş silgilerimiz vardı. Arı maya silgimiz lükstü olan için. Bahçesinde sadece simit ayran satılan büfelerde ya yarım simit alırdık ya tam. Paranın miktarına göre doyardı karınlarımız. Cuma günleri İstiklal Marşı sonrası koşarak bahçeden çıkardık ama Pazartesi Andımız okumak için koşarak gelirdik okula. Biz hep severdik okullu olmayı. Çünkü biz çizgi film izlemek için sabah kalkmak zorunda olan kuşaklardık.
Çocuklarımıza aynı duyguları bırakır mıyız bilmem. Büyüdüklerinde ne hatırlayacakları hakkında da bir fikrim yok. Ama şunu bilirim ki biz kaç yaşına gelirsek gelelim burnumuz sızlayarak hatırladığımız o anların gölgesinde şanslı çocuklardık.
Elçin Durmaz