Son günlerde, bir yandan kolektif bilinci taşırken, yeni çağın gerektirdiği yüksek bilinçli bir insan olma konusunda yeterli bilgiye sahip olamamak, belirsizlik yaratıyor. Kendimizi yoğun gelecek kaygısı içinde buluyoruz. Yaşam seçimlerimizi yeni bir bilinç doğrultusunda yapmadan önce, kim olmamız gerektiğini tam belirleyememiş olmanın sıkıntısı içerisindeyiz.
Böyle bir durum karşısında, ne yapılabilir?
Bu yeni dünyada, nasıl ve ne şekilde yer edineceğiz?
İşte tüm bu belirsizlikler ve bir yığın düşünceyle, kendimizi karmaşanın tam da ortasındaymış gibi hissediyoruz.
Hayatı artık, “salgın öncesi” ve “sonrası” olarak ikiye ayırdık çünkü eski sürdürdüğümüz hayat biçimi, artık durma noktasına geldi. Eski yanlış seçimlerimizin ve kararlarımızın, birbirimizin hayatını ne kadar çok etkilediğini, bu salgın hayatımıza girdiğinden itibaren, daha net görmeye başladık. Aslında, tıpkı virüsün, insandan insana hızla yayılması gibi, bizlerin kangren olmuş düşünce ve inanç sistemlerinin de, birbirimize hızla bulaşarak, sağlıksız durumlar yarattığını yavaş yavaş fark ediyoruz.
Hep birlikte, dünyayı getirdiğimiz durumun görüntülerini, hoşlanmayarak medya haberlerinden takip ediyoruz. “Bu kadar da olur mu?” “İnsanlık yok olmuş?” dedirtecek olayları şaşkınlıkla izliyoruz. Birbirimizin elinden hiç tutmadığımıza, egoistliğimizin zirve yaptığına ve sevgi yerine nefreti beslediğimize, beş duyumuzla tanıklık ediyoruz.
Korona virüs salgını ve geniş yaşam alanlarını yok edecek kadar şiddetli depremler, evrensel sinyalin, uyarmak için gücünü artırdığına dair bir işaretti. Bu uyarılar olmasa, hep birlikte, hızla yok olmaya doğru gidiyorduk. Değişim ve dönüşüm için bir şans daha verildi ve hepimiz bir yol ayrımındayız.
Zekamızı, birbirimizin iyi niyetini-malını-parasını-yeteneklerini ve diğer sahip olduklarını sömürmek yerine, daha üretken olmaya açmadıkça, bu değerli fırsatı da yitirecek ve işte o zaman, beklediğimizden de çok yakın bir zaman da, son perdeyi hep birlikte kapatacağız.
“Ben tek başıma, bu sistemi değiştirmek için ne yapabilirim ki?”, dediğinizi duyar gibiyim. Zaten bugünlere, çeşitli bahanelerle kendimizi ve diğer kardeşlerimizi avutarak gelmedik mi?
Uydurulmuş hikayelerin, sorumluluk alarak üzerine düşeni yapmaktan bir kaçış olduğunu, görmenin zamanı gelmedi mi?
Ölümün bir gerçek olduğunu ve sınırlı bir süre için bu dünyaya gelmiş olduğumuzu, küçücük bir virüs bile hatırlattı, değil mi?
Bu gerçekleri görmezden gelerek mi yaşayacağız, yoksa durumun ciddiyetini tam olarak kavramış bireyler olarak, değişime en önce kendimizden başlayarak, katkılarda mı bulunacağız?
Sahip olduğumuz güzelliklerin değerini, eyleme dökülmemiş söz ve vaatlerle mi, yoksa gerçekten yapılması gerekeni yerine getirerek mi, bileceğiz?
Gönlüm, birçoğunuzun uyanışa hazırlık için zaman yaratmasını arzu ediyor çünkü kendinize kattığınız her bir değerin, hepimizin yaşamını tümüyle değiştireceğinin bilincindeyim.
Aralıkları gittikçe daralan felaketlerin, bizleri hakikati görebilecek idrak derinliğine ulaştırmasını diliyorum.
Varlıkların birbirinden ayrı olduğu gerçeğinin sadece bir illüzyondan ibaret olduğu, her an, net ve keskin çizgilerle gösteriliyor. Her birimiz robotlaşmış halimizden silkinip, hakikate uyanarak harekete geçebilirsek, her şeyi ışık hızında değiştirebiliriz.
Hepimiz, dünyada yaşanan her şeyden sorumluyuz çünkü her bir bireyin kendine ve hayata bakışı-inançları-düşünce biçimleri, ortak bilinci oluşturuyor. Bir bebeğin büyüklerini taklit etmesi gibi, ortak bilincin kalıplarının sınırları dahilinde, birbirimizi taklit ederek yaşamayı, daha kolay ve güvenli buluyoruz. Varlıklar arasındaki birliğe inanmış insanlar olarak hareket edebilseydik, ayrılığa dayalı bu dünya sistemini, hakikate hizmet edecek hale dönüştürebilmek için, elimizden geleni yapardık.
En küçük toplumsal birim olan aile içinde bile birliği sağlayamazken, dünya insanlarıyla bir araya gelebilmeyi beklemek, akılcı olabilir mi?
Bu bir yana, kendi özüyle henüz buluşamamış bizlerin, diğer kardeşleriyle sevgi birliği altında buluşması, mümkün müdür?
Elbette, kalp ve zihin uyumunu yakalayamamış ve içsel çatışmalarının yoğun baskısı altında kalmış bizlerin, böylesine eşsiz bir ahengi, dış dünyaya yansıtması mümkün olamaz.
Öyleyse, değişim ve dönüşümün, en önce iç dünyamıza göz atmakla başladığını kabul ederek, bu yolda elimizden geleni yapalım mı!
Hepinizin yeni yılını kutlarken, içsel huzur ve dengeyi sağlama sorumluluğunu almış kişiler olarak, yeni dünyaya katkı olmamızı yürekten diliyorum.
Sevgilerimle
Ümit Samur