Ortak akılla kalıplaştırılmış, annelik rolünü üstlenen çoğunluk, kendilerinden bekleneni eksiksiz yapıyor. Her bir nesilde, ana hatları benzer şekilde devam ettitirilen ve eklemelerle ilerleyen bu süreçte, anneler, gerçekten özgür iradeyle alınmış kararlarını uygulayabiliyor mu? Yoksa, aldıkları sorumluluğu, beklenildiği gibi, en mükemmel şekilde yerine getirirken, bir an durup, ne yaptıklarını gözlemeye geçebiliyorlar mı? Anneliği, sıradan bir görev olmaktan ziyade, koşulsuz sevgi, şefkat ve adanmışlığı deneyimledikleri, bir büyüme alanı olarak yaşabiliyorlar mı?
Eminim ki, toplumun ortak belleğinin bilinciyle hareket etmeyi seçenlerimiz, varlıklarını kabul ettirebilmek için, gereken şartlara uymak zorunda hissediyor. Yaptıklarını, ne için ve kim için yapmak zorunda olduklarını, yapmayı isteyip istemediklerini sorgulamak, akıllarına bile gelmiyor.
Şartlar ve koşullar gereği üstlenilen bu anne ve babalık rolünde, düşünce yapısı ve davranışların, yüzde yüz doğru olduğuna o kadar inanılır ki, bir an durup, çocuk yetiştirme biçiminin gerçekten yarar sağlayıp sağlamadığı sorgulanmaz.
Batılı ülkelerde ve Türkiye de, gerçek anneliğin nasıl olduğunu sorgularken, ülkemde acıma ve merhamet duygularının birbirine karışmış olduğunu, alma-verme dengesinin, şartlanmış annelik kavramı içinde bozulmuş olduğunu fark ettim. Anne olmuş çoğu kadının, kendi hayatından vaz geçtiğini, başkaları için yaşadığını, kendi değerini bilemediğini, hayatının merkezine, kendi hariç, diğer herkesi yerleştirdiğine şahit oluyorum. Kendini sevmeyen, değer vermeyen, saygı duymayan ve güvenmeyen kadınların çoğu, sözel olduğu kadar fiziki şiddete bile maruz kalabiliyor. Bir insan varlığını dünyaya getirmek ve onu yetiştirmek kadar eşsiz ve büyük bir sorumluluk gerektiren bu görev için yaratılmış kadınlarımızın, kendilerine ne büyük zarar verdikleri, karşılarına çıkan kişilerce hırpalanarak gösteriliyor fakat şikayet ve sızlanmalarla oyalanma tercih ediliyor.
Baskı altında yaşamaya itilmiş annelerin elinde, güven duygusu alamadan büyütülen erkek ve kız çocukları, zihin ve ruh sağlıkları bozuk yetişkinler olmaya devam ediyor. Bu alışılagelmiş yol, nesilden nesle aynı şekilde aktarılıyor ve her yeni nesille birlikte eskiyle yeni, birarada karmaşa yaratıyor.
Ne yazık ki, dünya çapında, kadının bu kadar ezilmesinin, kendisine olduğu kadar, tüm insanlığa çok zarar verdiğini, çoğunluk fark edemiyor. Cinsiyeti ne olursa olsun, ilk kez annesinin bilinciyle şekillenen çocuklarımızın yetişkin kaderleri, evlerinde çiziliyor ve hayatları boyunca bu kaderi yaşamak zorunda bırakılıyor.
Gelecek nesilleri, bu denli etkileyen annelerin, taşıdıkları sorumluluğun büyüklüğüne gözden geçirmelerini, sadece kendi çocuklarının değil de, tüm diğer çocukların ortak kaderine de katkılarda bulunduklarını fark etmelerini ve öncelikle kendilerine yatırım yapmalarını öneriyorum.
Özsevgi-saygı-değer ve özgüveni yüksek annelerle yetişmiş çocuklar, yeni dünyanın ne de güzel yetişkin mimarları olur, değil mi?
Ümit Samur