Saatine baktı. erken geldiği her durumdan belliydi. Kapısı dahi açılmamıştı. Karanlık sokakta sağına soluna bakındı. Kimsecikler yoktu. Cebindeki matarayı çıkartıp kapağı arşınladı eli. Iki kısa fırt çekerek kapattı. Ayaza çalan havanın buğulu soğuk uğultusu çınlıyordu kulaklarında. Paltosunun yakalarını kaldırdı iyice. Tok bir çift ayak sesi yankılandı uzaktaki kanlığın içinden. Usulca kladırdı başını. Şapkasından taşan kısa kıvırcık saçları ile muntazam sülietli kadının kendisine doğru yaklaşmasını seyretti, içinin ısındığını hissederek. Kadın kapalı kapının önünde durdu. Kalın kışlık ceketinin yan cebinden büyük sayılabilecek bir anahtar çıkardı. Bir kaç saniye sonrasında kapının yaşlı ve gürültülü sesi uzandı kulaklarına. Hemen gidip gitmemek arasında bir tederddütdeydi ki, ayakları cevabı vermişti çoktan. Başını hafifçe eğerek girdi kapıdan. Önünde uzun ve dar bir koridorun siyaha boyanmış duvarları duruyordu. Belli belrsiz üç dört gazyağı lambasının aydınlattığı kara koridor, gözlerinin önünde daha da uzadı. Usul usul yürüdü koridordan. Salona geçtiğinde, dışarıdaki dünyadan olmayan bir atmosferin içinde olduğu hissine kapıldı. Indiği arabanın bile yeryüzü ile temasının olmadığı bu yüzyıl için gördükleri şaşırtıcı derecede insalcıldı. Elindeki kağıt bilete baktı. Zar zor görebildiği kotuk numarasını okudu. 17. Gıcırdayan ve boyanmamış saf tahta zemin üzerinde ilerledi. Son anda gördüğü merdivenleri usul usul inerek koltuğunu bulmaya çalıştı. El yordamıyla hissettiği koltukların ahşap birer sandalye olduğunu anladı. Artık şaşırmaya alışmıştı. 17. sandalyeye oturdu. Gıcırdayan sandalyenin hoşgeldin sesiydi bu sanki. Etrafına bakındı ağır ağır. kara sahneyi tam ortadan görüyordu. Elinde tuttuğu bileti cebine koymadan önce son kez okudu. ‘Güneşin Utancı’ Sessizliği usulca susturan bir ses yankılandı karanlıkta. Gayriihtiyari olarak çevirdi başını o yöne. Karanlığın içine açılan kapının ışığı önündeki süliet, izlemeye geldiği tiyatrodan çok daha fazla gerçeklik içeriyordu. Ânın gözlerinde yavaşlayışı, zamandan bağımsız o görseli gerçeğe sığdırmaya çalışan en saf ve en dolu tiyatrali izletiyordu beynine. Oturduğu yerden usulca kalkmış ve bütün bedeni kapıya doğru dönmüştü. Bilinçsiz bir şekilde ellerinin çıkardığı ritmik alkış sesleriyle irkildi. Silüet bir an olduğu yerde durmuştu. Utanarak sahneye doğru dönüp sandalyesine oturdu. Az önce hissettiği utanma duygusunun bedeninde ve ruhunda oluşturduğu o tarifsiz hissiyatla gülümsedi karanlığa. Ardındaki ayak sesleri soldan sağa doğru yanaştı. Her bir adım giderek daha da şiddetli duyuluyordu. Nefesini tuttu. Kesilen ayak sesleri nerde durup oturmuştu acaba? Hemen dönüp bakmak istedi. Lakin tozlu zamanlardan çıkıp gelen içindeki ses durdurdu onu. Yaşadığı hissiyat ayaklarına sallantı olarak vuku bulmuştu. Derken loş olan lambalar kısıldı. Karanlığın kapladığı iki saniyeden kısa süre içerisinde beyni o kadar çok ayıplı şeyler düşünmüştü ki yüzündeki kızarmayı hissedebiliyordu. Sahnenin keskin ve stabil ışığı yanıverdi. Bütün düşüncelerini ceketinin iç cebine saklayarak odaklanmaya çalıştı sahneye. Otuz üç kişilik mini salonda sadece ikisi vardı. Bu düşünceyi kafasından çıkarmaya çalışarak harcadı oyunun ilk üç dakikasını. Sonunda oyuna odaklandı.