Cin, hayır, içki değil, İslam ve pagan mitolojilerinde geniş yeri olan ruhani bir varlık. İnsanlar sıkıntılı zamanlarında yardım istemek ya da bazı cevaplar almak için bu varlıkları çağırabilir ama cin denen şey kimi zaman kötüleşebilir de.
Sokağımızın sonundaki bir ağaca tahta bir levha asılmıştı. Üstünde Kuran’dan alınmışa benzeyen bir şeyler yazılıydı. Şaşalayarak karıma baktım. “Bu ne yahu?” İşte cinleri o zaman öğrendim. “Salağın biri büyü yapmaya çalışıyor herhalde,” dedi karım.
Levhayı çevirdim, ne görsem beğenirsiniz? Arka tarafta kocamn harflerle SEN BENİMSİN yazıyordu. Hepsi bu kadardı, açıklama yoktu.
Omuz silkip levhayı olduğu yerde bıraktık, artık ekim ayı geldiği için o kadar kalabalık olmayan sahile doğru yürüyüşümüze devam ettik. Ankara’dan ve İstanbul’dan gelen turistler şehirdeki sıkıcı ve gürültülü yaşamlarına dönmüş, kasabamızın sakinlerini kendi hallerine bırakmıştı.
Biz aldırış etmemiştik ama söz konusu levhadaki “mesaj” kasabada bir heyecan fırtınası yarattı. Kasabamızın sabahtan akşama kadar dolmuşlarda gezerek vakit geçiren delisi, “Hepimiz öleceğiz!” diye bağırarak ana caddede koşarken görüldü. Herkes levhayı asanı gördüğünü iddia ediyor, yaşlı bir kadındı, hayır genç bir kadındı, olur mu canım, yaşlı bir adamdı tartışmaları bitmek bilmiyordu. İhtiyar Mesut, Allah’ın işi bu diye yeminler ediyordu. Her zamanki gibi buram buram rakı kokmasına ve çakırkeyif olmasına karşın kasabalıların en akla yakın bulduğu iddia onunkiydi.
Yine de herkes mesajı kendine göre yorumlamıştı.
Gür sarı saçları hiçbir şekilde zapturapta gelmeyen Zeynep, vaktini ormanda kaplumbağalarla konuşarak değerlendirirdi. Artık yaşlanmaya başlamıştı ve çok yalnızdı. Levhadaki yazıyı üstüne alındı.
Zeynep’în hiç arkadaşı yoktu, konu komşuyla ilişkisi de yok denecek düzeydeydi. Ne var ki neredeyse haftanın her günü bir damacana su ısmarlıyordu. Birkaç eve birden bol bol yetecek kadar su almasının sebebi, suları evlere dağıtma işini yapan Ömer’i görüp onunla konuşmak istemesiydi. Zeynep, bakalım bu sefer Ömer’in ilgisini çekebilecek miyim diye her gün yeni bir elbise giyip süsleniyor, lavaboya boşalttığı damacanayı adama iade ediyor, ederken de belki o arada eline dokunurum diye ümitleniyordu. Ömer’se su dağıtım işini askeri bir disiplinle yürütüyor, yeni damacanayı teslim ettikten sonra kamyonetine ne kadar çabuk dönebileceğini anlamak için saat tutuyordu. Rekoru on dört saniyeydi.
Devam edecek…