Bir türlü cevabında uzlaşamadığımız bir soru “sanat, sanat için midir; sanat toplum için midir?” Belli fikirlerle iki olasılığın da altı pek âlâ doldurulup cevap verilebilir; ancak bu konuda nesnel bir görüş birliğine varmak mümkün değil.
Eko-eleştiri eserlerini incelerken bu sorunun aslında farkına varılmadan yeniden gündemde olduğunu gözlemledim. Edebi eserlerden, sanat eserlerinden bizi, gelecek ekolojik krizlere dair uyarmalarını istiyoruz, her ne kadar sanat için böyle bir zorunluluk yok desek de alttan alta böyle bir beklentimiz var. Sanatın duygulara dokunma ve fark yaratabilme gücünü faydacı bir perspektifle kullanmasını ümit ediyoruz.
Bu durum sadece ekolojik felaketlerle sınırlı değil. Sanata faydacı ölçütlerle bakmak neredeyse sanatın kendisi kadar eski. Sanat bizi daha iyi biri yapsın istiyoruz, sanat çocuğumuzu daha eğitimli, yöneticimizi daha adil yapsın istiyoruz. Sanata sadece “sanat” olarak baksak bile hep bize iyi gelsin istiyoruz. Bu durum distopik eserler için de geçerli. Bizi rahatsız eden sanat ve edebiyat eserleri bu rahatsızlık sayesinde bizlere “ders versin” beklentimiz var.
Sanata çok nesnel bir yerden bakılamaz, her sanatçı sonsuz ifade gücüne sahiptir ve kendi öznelliğinden beslenir. Aynı kural sanat alımlayıcıları olan bizler için de geçerli. Sanatı tüketirken sadece üzerine sıklıkla konuşulan “beğeni” yetimizle hareket etmiyoruz. Temas ettiğimiz sanat eserinin bize ne kazandıracağı sorusu da çoğu zaman düşüncelerimizde oluyor. Tekrar soruyorum, “sanat, sanat için midir; sanat, benim için midir?”