Şimdi, şu anda yaşadıklarımdan, bu ataklardan kaçmasam ne olur? Durup burada, neler olduğunu izlesem ne olur?” Migren ve panik, kaygı atağım her ne ise ansızın gelince sakin olup yakınlık kurabileceğimi fark etmiştim. Bunun bir anlamı olmalıydı demiştim bir önceki atakta. Bedenim uyarıyordu. Yönüm yanlış mıydı? Bana neyin iyi geleceğini hissediyor, tam olarak anlamlandıramıyordum. Erteledim. İç sesim oldukça yükseldi. Ve her geçen gün giderek yükseldikçe yükseldi…. Bir an sessizlik oldu. Dilim ve sol kolum uyuştu. Zihnim boşaldı. Konuşmakta ve toparlanmakta zorlanıyordum. Sakin… Sakin ol! Gözlerimde ışık çakması ve yarım görme ile birlikte camdan içeriye süzülen parlak güneş ışığı ve en kısık ses bile dayanılmazdı. Beş dakika sürdü ve geçti ama baş ağrısı da tuzu biberi oldu. O andan en çok aklımda kalan ise “ya isimleri ile seslenmem gerekirse ne yaparım!” oldu. O an öylece kaldı. Bunun üzerinden çok sular aktı. Ciddi kararlar aldım. Ertelediklerimi yapmaya başlamak başlangıç olacaktı. İlk adımı atma kararı aldım. Sürüklendim. Düştüm. Kalktım. Düştüm. Eğlendim. Güldüm. Sevdim. Sevilmedim. Öğrendim. Kavga ettim. Ağladım. Yaşadım o büyülü şehirde. Kalabalıklara karıştım. Boğazına dolandım. Baharına aldandım. Havasına kandım. Tarihine yandım. Herkes gibi ben de büyüsüne kapıldım. Ve gün geldi yoruldum. Sığamadım. Açılmak istedim. Eski bir dost olarak kalsın dedim. Yelken açtım. Gönlümde ayçiçekleri yüzümde gülücükler… Ferahladım. Denize koştum. Yüzdüm. Suyla dalgalandım. Sabah oldum. Yürüdüm. Yürüdükçe konuştum. Konuştukça yükseldim. Dağ oldum. Dağda bağ oldum. Bağda üzüm şişede şarap oldum. Şaraptım yıllandım. Şişeydim kırıldım.