Ateşin turuncu, kırmızı, mavi ışıkları kocaman bir deniz gibi serilmiş önümde. Gidip orada yüzmemek için bir neden yok. Kulağımda denizden gelen dalga sesleri, ateşin yönünü kestiremiyorum. Bir ev var, kerpiç bir ev hemen altında bir ahır, iki inek, bir at ve hemen önünde kümes. Gecenin kör karanlığı tıpkı şu an olduğu gibi orada da aydınlık. Bir rüyaya dalar gibi dalıyorum ateşin denizine zaten bir rüyaya misafir olduğumu unutup, çok güzel. Çok sıcak ve çok serin, kulaklarımda suyun taşa vurduğu ses. Elim büyük kalınca bir battaniyeye gidiyor. Yerden alıp adamın üstüne seriyorum… Uyuduğumu sanıyor ısrarla. Oysa yeni başlamıştım. İleride upuzun sarı saçlarını sol yanına almış oturuyor. Denizle kumun birbirine geçtiği yerde dizlerini kendine çekmiş benden tarafa bakıyor. Rüzgâr duruluyor, ateş sönmüş. En fazla ne olacak…
Ayağı bir çukura takılacak ve arkadan gelenler onu yakalayacak. En kötü kokusunu alamadığı ve görmekte zorlandığı bir tehlikenin tam ortasında kalacak. Bunun için geleceğe dair ne yapabilirim? Onu yanımda olduğu her an sevmekten başka. Hiçbir şey yapamam onu besleyip, bu dikenli ormanı tanıtmaktan başka. Denizin kenarındaki çocuk elindeki kırmızı yarık topun içini kumla dolduruyor. Top eski haline gelsin diye bir umudu var anlaşılan. Yanında durup seninle oynayabilir miyim? “Burada durup yapacaklarıma bakabilirsin sadece.”