Dünyadaki halini somutlaştırabilmek, kendini yokluğun içinde var edebilmek adına bir refleks olarak yapıyor belki de bunu. Belki de aynı anda en somut ve en soyut olanı. Gitmek bir irade meselesi en nihayetinde, nasıl, neden sadece yola çıkana ait. Bazen hızlı, bazen kendinden emin, bazen her yolu kendine uyduran… Belki sadece sorumluluğu değil, bütün sancıları, belki sonrasında bütün ferahlığı kim bilir. Böyle uçmak gibi bir şey böyle hafif havalanıp masumca süzülmek bazen. Ya da tam tersi rüzgârlı bir günde dalgalı bir deniz… Gitmek cesaret ister, diyen klişeler de var tabi. Gidebilmeyi öven, olmadığı kadar büyük bir şeye dönüştüren, abartılı motivasyon cümleleriyle dolduran bir anlayış… Bu benim yalınlıktan yana olan hayat anlayışıma bir numara büyük geliyor. İnsan gerektiğinde, mecbur kaldığında gider, gitmelidir bu kadar. Hakikati iddialı şeylerde bulamayız. Hakikat hep en basitin içinde saklı. Hakiki olan hep en sade, en yalın, en basit. Bir de yolun kendisi var. Yol, meselenin somut ve akla en yakın olan tarafı. Her zaman bir yerden başka bir yere doğru götürüyor bizi. Yola çıkmak en basit haliyle gitmek istenilen yere doğru bir isteği barındırıyor. Ya da tam tersi, kalmak istenilmeyen bir yerden ayrılmak ihtiyacından doğuyor. Yol ise bunun için basit bir araç gibi görünebilir ilk başta, ama çok daha fazlasıdır. Bunu anlayabilmek için yolu hiç bitirmemek lazımdır belki, bilmiyorum. Çünkü ne yöne doğru bir adım atarsan bir sonraki adımın da o yöne dönüyor. Tam da bu yüzden işte her gidişin kendi adımlarını belirleyebilen bir iradesi var. Doğru yöne atılan her adım, bir sonraki adımı kolaylaştırıyor.