“Beklenti “ , “beklemek” ,”ummak”… Hepsi aynı kapıya çıkan harfler bileşkesi benim için. Bir şeyi beklemek ayrı i,umarak beklemek apayrı. O hayal kırıklığına kaçak kat çıkmak gibi bir durum. İşte “Beklenti” kelimesinin içini dolu dolu ağırlaştıran” Ummak” fiili. Etrafımda ne çok hayat var bağıra bağıra uman. Herkesten bir şey bekleyen. bana gelsin, bana yağsın bana bana bana… Arsızca bağrından çığlık çığlığa bağıran BEN.
İnsanın kendine değer vermesi, kendini sevmesi bence hayatındaki en büyük erdemlerden biri. ama kendini sevmek , değer vermek ile kendine tapmak arasındaki kırmızı çizgiyi hiçbir silgi silemiyor. Bulunmaz Hint kumaşı ile bulduğun bütün kumaşları mütevazilikle katlamak arasında dağlar kadar fark var. Yeri gelmişken bulunmaz Hint kumaşının hikâyesine değinmeden geçmeyeceğim.
1612 yılında İngilizler Hindistan’ı işgal ediyor ve pahalı olan Hint kumaşlarının yerine kendi ürettikleri kumaşları daha ucuza satmaya karar veriyorlar. Ama Hintliler pahalı da olsa kendi kumaşlarını almaktan vazgeçmiyorlar. İngilizler de çok canice bir karar alarak el tezgahlarında dokuma yapan çıkrıkçıların baş parmaklarını kesiyorlar ve Hint kumaşının üretiminin engelliyorlar ve bu günümüze kadar bulunmaz Hint kumaşı olarak dillere pelesenk oluyor. Yani acı bir hikâye sonucu ortaya çıkan bu sözü nasıl olur da küstahlıkla üstümüze giyeriz. O kumaşa adını veren bir emek varken biz onu emeksiz emeksiz nasıl kinayeleriz. Peki bunca “karşıdan” beklentiye vakit harcarız da karşı tarafında bizden farklı olmadığını ne zaman anlarız bilmem. Sen ne bekliyorsan, ne umuyorsan karşıdakinin de buna ihtiyacı olabileceğini neden fark etmeyiz. Bu bencilliğin girdabında nasıl boğuluyoruz.