Altı seneden uzun süre önceki ilk Türkiye seyahatimin öncesinde ülke hakkındaki bilgilerimi bir kibrit kutusunun arkasına sığdırabilirdiniz:
Sıcaktır, turistlerin gözdesidir, Avrupa’dadır ama Avrupa’da değildir, bir de başarılı futbol takımları vardır.
I.Foçalı İhtiyar
Foça, Ege denizinin kenarında küçük bir kasaba. Bir zamanlar işlek bir balıkçılık limanıyken şimdi düzenli bir tatil merkezi, turistler müzikle, restoranlarla ve hediyelik eşya dükkânlarıyla dolu cazibe merkezinden taşıma kayışlarıyla taşınırmış gibi düzenli olarak gelip geçiyor, insanın başını döndüren bir hızla sürekli yerlerini yeni gelenlere bırakıyor.
Otel odamız limana bakıyordu, insan daha huzurlu ve güzel bir manzara isteyemezdi doğrusu.
Aşağıdaki hareketliliği seyrettiğimiz sırada kafelerde ve restoranlarda bira su gibi akıyor, sofralar mezelerle dolup boşalıyordu. Turistler bitmek tükenmek bilmeyen bir akın halinde bir o tarafa bir bu tarafa geziniyordu.
Huzurumuzu kesintiye uğratan tek bir şey oldu: Balkonun çifte kapısının ardında, sivrisineklerin içeri dolmasını önlemek için telli kapılar da varmış meğer. Hiç fark etmediğim bu gerçeği ilk akşam çakırkeyif kafayla balkona çıkmaya çalışırken acı bir tecrübeyle öğrendim. Herhalde tellere çıkmış kalıbımın izi bugün bile hâlâ duruyordur.
Bir sabah hava daha yeni aydınlanırken eşim ve ben sokaktaki bağrışlarla uyandık. Kır sakallı yaşlı bir sarhoş aşağıda durmuş, binalara ve hareket eden her şeye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Bize de bağırmasın diye, balkon demirlerine gerilmiş kumaşın arkasına sindik. Bütün bu gürültü bir saat kadar sürdü, görünüşe göre adamcağız kendi kendisiyle hararetli bir tartışmaya girişmişti. Derken, bu ateşli münakaşa yavaş yavaş sona erdiği sırada yan taraftaki otelin müdürü dışarı çıktı. Bir ağız dalaşı kopacağından endişelendim.
Onun yerine sokağın ortasına üstüne beyaz örtü serilmiş küçük bir masa çıkarıldı, yaşlı adam için bir de sandalye getirildi. Herhangi bir otel müşterisine ikram edileceği gibi masa taze ekmek ve zeytinle donatıldı, yanlarına bir sürahi soğuk suyla cömertçe doldurulmuş bir kadeh rakı eklendi.
Yaşlı adam sustu, sırf onun için hazırlanmış ziyafetin başına oturdu, yiyip içtikten sonra da sessizce uzaklaştı.
Yalnız ihtiyarla otel sahibi arasında geçen sahneye muhtemelen bizden başka kimse tanıklık etmemiştir.
Hayatta sevgiyi mutlaka tatmış olduğunu düşündüğüm ama şimdi sokaklarda yapayalnız yaşayan yaşlı bir adama her sabah saat beşte krallara yakışır ikramlarda bulunmak, ne kadar ender rastlanan bir merhamet ve özen!