Mozota’ya göre; “Bir marka, hem iletişim hem de deneyimler ile elde edilen bir algılamalar kümesidir. Seçkin bir işaret, bir simge ve bir katma değer kaynağıdır.” Marka ve tasarım markalaşma süreçleri içinde ayrılmaz bir bütüne dönüşmüştür. Bir tasarımcı ürünün sahip olduğu değerlerin tüketici tarafından özümsenmesine yardımcı olmaktadır. Bunu alışveriş yapılan mekanları ve markanın vadettiği değerleri üründe görsel, estetik ve işlevsel olarak tasarlayarak yapmaktadır. Müşteriler markaların sunduğu ürün ya da hizmetleri kendi içsel duygudurumlarına göre algılamakta ve buna göre karar verme mekanizmalarını olumlu ya da olmusuz harekete geçirmektedirler. Tasarım burada devreye girerek müşterinin ürünü en uygun şekilde algılaması için marka yararına çalışır. Ürünü rakiplerinden marka değeri ve marka mimarisi inşaa ederek farklılaştırır. Böylece satın alma davranışını gerçekleştiren müşterinin anlık değil sadık bir müşteri olması açısından marka adına bir adım atılmış olur. Özetle tasarım marka için pazarlama, tüketici davranışları, göstergebilim, anlambilim, estetik gibi alanları kendi potasında eriterek o marka adına eşsiz bir yapı ortaya çıkarır.
Günümüzde gittikçe bireyselleşen ve sentetik hale gelen toplum yapısı içindeki kişiler sosyal medya platformları sayesinde ilgi alanlarına göre guruplara üye olmakta ve bu şekilde sosyalleşmektedir. Binlerce yıldır yüzyüze iletişim kuran, anlatmak istediklerini ses, mimik, ve tutumlarla karşı tarafa aktaran insan bugün yoğun dijitalleşmenin getirdiği hızı benimsemiştir ve genellikle klavyenin sınırlandırdığı alanda iletişim kurmaya çalışmaktadır. Ancak markalar bunu kendi yararlarına kullanmakta, kendi hikayelerini tüketiciye ulaştırmak adına çalışmalar yapmaktadırlar. Böylece hikaye tasarımı adında yeni bir alanda müşterilere eşsiz marka deneyimleri yaşatıp bu deneyimlerini hikayeleştirmlerini sağlamak adına çalışmalar yapılmaktadır. Söz konusu çalışmalar tüketicinin zihninde marka hikayesinin parçası olan bir deneyimler grubu yaratmaktadır. Tüketici bu şekilde marka hikayesi tarafından kapsanan deneyimle etkileşime girmekte ve yeni medya aracılığıyla marka adına bunun yayılmasına ön ayak olmaktadır.
Klaus Schwab “sistem odaklı düşünme yaklaşımları kadar tasarım odaklı düşünmek de – özellikle insan merkezli tasarım, felsefe ve tekniklerini kullanmak – dünyaya yön veren yapıları anlamamıza ve yeni teknolojilerin sistemleri nasıl yeni düzenlemelere dönüştürebileceğini görmemize yardımcı olabilir” diye aktarmaktadır.
Marka ve tasarım kavramları bu kapsamda ele alındığında önümüzde uzanan yeni çağda çok uluslu şirketlere ait markalar tasarladıkları yeni nesil ürün ve görsel ögelerle tüketim paradigmalarını etkileme potansiyeline sahiptir. İnsan ise bu tüketim ekosisteminde bir yandan gıda, su ve iklim krizinin getirdiği değişikliklere adapte olmaya çalışırken bir yandan da onu bu girdaba çeken etkilerin gölgesinde kendi varlığının anlamını sorgulamak için zamana sahip olacak mıdır? Yoksa bulamadığı anlamı tatmin etmek için markaların tasarladığı hedonik tüketimin merkezi haline gelmiş egosunu “dünyada senden bir tane var” diyerek biricikleştirmeye devam mı edecektir?
Özgün Çağlar Berkit