Dünkü Yazının Devamı…
…
Aynanın önündeyim. Kendimi görüyorum. Artık kendim de beni görüyor galiba… Ne izahı var dünün ne bitimi bu günün. “Zaman geçiyor” mu sahi, saatler hep ‘zamanında’ mı çalıyor?
Gördüm onları. ‘Can’ dediler, başkasına baktılar. ‘Sevda’ dediler, aynadaki yansımalarına tutuldular. Sendeki sen, ‘sen’ misin sahi? İki göz görür mü doğruyu?.. “Mutluluğu bulacağım” diyorsunuz ama ne zaman! Gözler hep buğulu yatağımda, hep bir dert hep bir acı. Faydası bulunsaydı hayıflanmanın Kerem arar mıydı Aslı’yı?
Yol ortak, yuva ortak… Yordam başka başka olsa kime ne zarar! Aynı toprak, aynı düş… Ne sen varsın hakikatte, ne sen sandığın geride. Atın! Atın üstüme toprağı. Atın ki can bulayım, ben olayım. Yalnız orada yalnızım, yalnız benim orada. Sanmayın ki kalabalıktır gittiğim yer, nurdan nehirler, bal damlayan elmalar… Arıyorsanız hala bilin ki bulamayacaksınız! Ne karnınız doyar sizin ne de yüreğiniz sevda ile. Siz sevdayı kendiniz sanarsınız, siz doyumu aç olmama bilirsiniz ve siz var ya siz… Asla yetinmezsiniz!..
Korkmuyor değilim. Ama ölmekten değil, kalmaktan. Yapayalnız, bir başıma kalakalmaktan burada… İnsanın yüreği, nerede doyar ise yuvası da orasıdır. Aşkımla dolu yüreğimi hangi bıçak kanatabilir, yara alır mı bir beşerden hakikat? Örttü üstümü ak çarşaf, kapattı boydan boya kara toprak… “Zeytin suyuna kuru ekmek; böyle gelmiş, böyle gidecek.”