Kızımın yeni doğduğu ilk günlerde çocuk doktoru bana şöyle bir şey söylemişti. “Annelik bir sanattır ama o sanatı sana öğreten hiçbir kitap yoktur”. O an lohusa halimle ne hissettiğimi anlayamadım ki anlatabileyim. Ne halin varsa görcülük bir cümle gibi gelmekten başka bir işe yaramamıştı bir tek onu hatırlıyorum. Çünkü hayatınız bir anda çocuktan önce ve sonra olmak üzere bir milat yaşıyor. Ve insan ne yapacağını bilememenin kaygısıyla boğuşurken böyle bir cümle duymak o kaygılı yüreğe su serpmiyor maalesef. Ama sonra zamanla anladım ki o cümlenin manevi lügatta anlamı şu. “Bu sanatı sana kimse anlatamaz. Ancak yaşayarak öğrenirsin ve her anne babanın sanatı kendine göre başkadır. “Annelik sıfatını adımın önüne taktığım 8 yıl oldu. Ve bu 8 yılda o sanat daha hala emekleme döneminde. Çünkü kendi annemden biliyorum ki bu serüven hiç bitmiyor. Uçsuz bucaksız son nefese kadar sürüyor. Bu iş tam bir ömürlük vicdan muhasebesi. Her gün güne uyanıyorsun kendine göre doğru olduğuna inandığın sanatı icra ediyorsun. Sonra akşam yastığa başını koyduğunda o vicdan kanırta kanırta sorguya çekiyor seni. Ve bu ömrün boyunca her gün devam ediyor. Her sanatçının yoğurt yiyişi başka işte. Ama önemli olan kendi yoğurdunu mayalarken parmağını yakmayacak ısıya getirmek merhamet sütünü. Eline bir hamur veriyorlar ve heykelini yap anneliğin diyorlar. Alıyorsun hamuru eline ve ortaya çıkarmayı hayal ettiğin şekli bir o elle bir bu elle sıka sıka yoğurmaya çalışıyorsun. Yaptığın her yanlış bir doğruyu götürmesin istiyorsun, bağıra bağıra diyorsun ki dört yanlış bir doğru değimliydi o? Ama bu öyle bir sınav ki her yanlışın hükmü büyük. Hani böyle geçersin hakimin karşısına “ben elimden geleni yaptım hakim bey vicdanım rahat verdiğiniz her hüküm kabulümdür” dersin. Gerçekten insan vicdanı telkin cümleleriyle soğur mu? . Sonra demezler mi adama gerçekten elinden gelen bu kadar mı diye. Elimizden gelen çocuğumuzu başka çocuklarla kıyaslamak mı, ya da dışarıda sinirlendiğimiz tüm yedi kata bir şey diyemeyip eve gelip yavrumuzdan almak mı acısını? Gücü yeten yetene bir yarış mı bu analık hikâyesi? Her şeyin geçeceğini unutup sesimiz her yükseldiğinde ağzımızdan saçılan tükürüklerle çocuğumuzun yüreğinden iki doğru daha götürmek mi? Başkalarının bir eşyasını kaybetmemek için emanete gözümüz gibi bakarken rabbimin bize en büyük emanetinin çocuklarımız olduğunu unutup her gün hıyanet etmek mi? Yok hakim bey elimden gelen bu olamaz. Cezam neyse razıyım. Bu sanatı öğrenene kadar çıkarma beni o vicdan parmaklıklarından…