Türkiye’nin gündemini son hafta yangınlar belirledi. Akdeniz ve Ege Bölgesi başta olmak üzere ülkemizin her ormanlık alanında yangınlar ardı ardına çıkmaya başladı. Havaların, mevsim normallerinin üzerinde sıcaklıklarla seyretmesi ise bu yangınların önlenemez yükselişini de beraberinde getirmiş, gündemi belirlemiş oldu.
Gündem, söndürülemez yangınlarla belirlenmiyor kuşkusuz. Bunun en büyük mimarlarından birisi olan Sayın Tarım Bakanımızın beceriksizliği ve vurdum-duymazlığı da eklenince iş çığırından çıkıyor. Manavgat yangınında insanlarımızı kaybettik. Köylümüz hayvanlarını, üreticimiz ürünlerini, mallarını kaybetti. Peki, sayın bakanımız neyini kaybetti?
Yanıyoruz. Havalar öyle ısındı ki, ahalimizin beyni kaynamaya başladı. Sokaklarda, birisine selam versek, karşılığında ne geleceğini bilemiyoruz. İnsanımız sağlıklı ve sağduyulu düşünmeyi unutuyor. Kim kiminle konuşsa mutlaka karşısındaki ile ilgili bir ajandası olduğu düşünülüyor. Yahu insanlığımızı yitirdik. Tek yaptığımız iş klimalı odalardaki başkalarının temizlediği masalarımızın üzerinde bulunan bilgisayarlarımızla yaptığımız “Klavye kahramanlığı”…
Yazdığımızda mangalda kül bırakmayan cinsinden, okumadığımız şairlerin şiirlerinden, felsefeye katkıda bulunmuş isimlerin eserlerinden cımbızla arayıp bulduğumuz beylik laflar ile memleketi kurtarmak. Bunu çok iyi yapıyoruz. Öyle sanıp kendimizi kandırıyoruz. Ülkede olumsuz giden hiçbir konuda sosyal tepkimiz yok. Adam yola tükürüyor. Bizler, ‘aman biz işimize bakalım. Ses çıkarmayalım’ deyip geçip gidiyoruz ya da sessizliğimizle iyilik yaptığımızı düşünüyoruz.
Ülkemiz, yoksulluktan, savaştan, diktatörlükten kaçan mülteciler tarafından işgal altında. Hiç kimse çıkıp ses etmiyor. (Siyaset yapanlara sözüm) Tepki göstermiyorlar. Hiçbir olay yokmuş gibi halkın tepkisine göre siyaset üreteceklerine, Genel Başkanlarının ağzına bakıp, bizim aklımızla alay edecek açıklamalarda bulunuyorlar. Yakıyorlar, yanıyoruz.
Havalar çok fazla ısındı. Ekonomiye söyleyecek söz bulamıyoruz. Sabahtan bozdurduğumuz 100 TL banknot, akşama kalmadan bitiyor. Alım gücümüz öylesine azalmış ki paramız pul olmuş. Gençlerimiz, gençlik çalışmak istemiyor. İşletmeler, eleman aramaktan bıkıp usanmış. Herkes masa başı iş istiyor. Belediyeler ve resmi kurumlara girmek için savaşıyoruz. Araya kim uygunsa o isme ulaşmaya çalışıyoruz.
Nedeni ise açık; Çalışmadan, iş yapmadan maaşımızı alıp yan gelip yatalım. Kimse kusura bakmasın ama belediyeler ve resmi kurumlar çalışma yeri değil yan gelip yatma yeri olarak biliniyor, gözleniyor. Yani siyasetin, siyasetçinin olduğu bu birimler, kurumlar bunun için revaçta ve gözde… Özel sektör bitmiş tükenmiş. Çünkü özel sektörün en büyük ortağı devlet olmuş durumda.
İş yok diye yakınırız ama çalışmaya geldi mi kaçarız. Memleketimiz, başta Afganların akınına uğradı diye dertleniriz. Ancak bu ülkeden gelen insanlar olmasa, tarım sektörümüz de hayvancılık sektörümüz de bitme noktasına gelir. Köylerdeki nüfusun en genci 55-60 yaşına gelmiş. Tarlada, bağda bahçede çalışacak durumda değil. Özbekistanlılar olmasa yaşlılarımıza bakan olmayacak. Neredeyse ölmeden diri diri gömeceğiz. Moldovalılar olmasa çocuklara bakıcı bulunmayacak.
Toplum olarak, ülke olarak, hükümet olarak, ana ve yavru muhalefet olarak bizler böyle giderse daha çok yakar ve yanarız gibi geliyor.
Havalar çok sıcak olunca, ben de yazarken hararetlendim mi ne?