Corona illeti başımıza geldiği günden buyana, ne hükümet nede insanlar ne yaptığını, yapacağını bir türlü bilemedi. El yordamıyla salgının önüne geçmeye çalışırken, yapılması gerekenin ne olduğunu bilimsel olarak seslendirilse bile toplumsal olarak bilemedik.
Hafta sonları başta olmak üzere, sokağa çıkma kısıtlaması uygulandı. Evlere kapandık. Sokaklar can dostlarımıza kaldı. Hafta içinde toplum olarak yine yasaklara uyduk. Kentimizde bulunan iki hastane de pandami hastanesi oldu. Günlük hasta sayısının ne olduğunu, kaç olduğunu bilen ya da kestiren var mı? Neredeyse yetkililerle sivil toplum örgütleri arasında bu iş papatya falına dönüştürüldü.
Çarşı Çernobil’e döndü…
Pandemi sürecinde Corona virüsü, esnafların dükkânına, işyerine bulaştı. Kendi sağlığını işinden de sonra düşünmeye başlayan işyeri sahipleri, aylık kirasını, senedini, yanında çalışanın maaşını, SGK’sını ödeyememenin ezikliğini yaşıyor. İşyeri sahipleri, can değil mal derdine düştü. Sokaklar bomboş. Sosyalleşmemiz bittiği gibi, sosyal düşünme de sona erdi. Toplumsal düşünemiyoruz. Bu hastalık hepimizi tamamen bireyselleştirdi.
‘12 Eylül Askeri darbesi yapıldığında hatırladığım kadarıyla, yerleşimlerin en küçük birimi olan Köylerdeki İmeceyi yasaklamıştı. 12 Eylül Türk demokrasisinin kâbusuyken, Corona virisü de insanlığın kâbusu olmaya devam ediyor. Darbe anlayışı birlikte sorunların çözümünü yasaklarken, kahrolası bu virüs de biraya gelip güç birliği yapmamızı engelliyor’. Aman ha bu paragrafta yazdıklarımı ciddiye almayın. Tebessüm edesiniz diye karaladım bu satırları!
Birer birer ölüyoruz…
Tanıdıklarımız sırası gelmeden birer birer aramızdan ayrılıyor. Geçmiş yılarda da böyleydi belki. Ama bu Corona hastalığı illet olduktan sonra, ölüm haberlerine, aramızdan ayrılanların yaşlarına bakmaksızın çok daha duyarlı olduğumuz kesin. Ölümün kendimize çok uzak olmasını isterken ve öyle olduğunu düşünürken, tanıdıklarımızın ölüm haberi çok derinden etkiler oldu. Hatta bir basamak daha üste çıkıp sıranın bize doğru evrildiğini düşünüyoruz. Kendi kendimize sessizce çığlık atıyoruz.
Bir taraftan günlük dertlerimizin ağırlığı altında ezilip bükülürken, diğer yandan en yakınımızın cenazesine gidemez olduk. Ne sevdiklerimizi son yolculuğuna uğurlayabiliyoruz, nede en yakın dostlarımızın acısını paylaşabiliyoruz. Tıpkı sokaklar gibi, her yer bomboş. İnsanlardan arındırılmış, meydan can dostlara kalmış.
Çığlıklı sessizliğe devam etmemek, etmeyecek günlerin gelmesini diliyorum.