“…Bence en baştan başlayalım!” dedi, soluk soluğa. “Zamanın en başından… Gelmiş ve geçmiş tüm hikayelerin yazılmaya başlandığı yerden… Ki ben, kendimi tam da orada buldum. Çünkü dünya, henüz toz ve gaz bulutlarından ibaretken, bir yerlerde, bir komuta sisteminin başında oturan ve milyarlarca yıllık o muhteşem evrim sürecini arkasına yaslanarak izleyen profesyonel bir varlığa, belki de bir tanrıya, her zaman inandım. Yani çünkü…” Eliyle gövdesini işaret ederek bıyıkaltı güldü. “Rastgele bir araya getirildiğimi düşünmek için fazla iyi görünüyordum… Ve aksini söylesem, mütevazi davranmış olurdum ki inanın, hiç huyum değil… O yüzden size gerçeği söylemeliyim. Ben, kesinlikle rastgele ortaya çıkmadım! Ben… Muazzam bir tasarının eseriyim; önce adına ‘Tanrı’ denenin, sonra ise kendini Tanrı sananların! Ve işte, şimdi karşınızdayım! Çift başlı tanrıların güç savaşından doğmuş, cesetlerin içinden konuşan bir canavar! Bence bunu kutlayalım! E NEREDE ALKIŞLAR?”
O an etraftan yükselen alkış ve ıslık sesleri kulakları sağır edecek kadar yüksekti.
O ise konuşmasına devam etti:
“Teşekkürler! Çok teşekkürler… Neyse, ne diyorduk? Ah, evet Tanrı… Haydi, gelin biraz ondan konuşalım, Tanrı’dan. Ya da o ‘devasa yaptırım gücü’nün adına her ne diyorsanız… Kaldı ki, ona sesinizi duyurmanın yolu, seçtiğiniz isimden geçmiyor. Çünkü nasıl denir, Tanrı… Tanrı biraz kaygısız, soğukkanlı ve kibirlidir. Ama bana kalırsa, yine de bakmayın siz, özünde iyi biridir aslında… Ve sizi temin ederim, tam bir profesyoneldir. Zira düşük kademeli bir memur bile basit bir evrağı başından savmak için bin takla atarken… Tanrı, insanı yaratıp kenara çekilmemiştir. Aksine, büyük bir sorumluluk almıştır; İnsanın eline tam donanımlı bir menü vererek onu binlerce yıl boyunca gözetmiş ve zamanı geldiğinde ise önüne kabarık bir adisyon bırakmıştır; ÖLÜM. Ah… Muazzam bir ödül ve ceza sisteminin baş döndürücü kapısı… Ödül olayıyla pek ilgilenmiyorum gerçi ama ceza kısmı, beni inançlı bir adam yapıyor. Ve Tanrı’ya inanmam işte tam da burada başlıyor!”
Uzunca bir nefes alarak güçlü fakat öfkeli bir ses tonuyla devam etti:
“Çünkü ben geceleri uyuyabilmenin başka bir yolunu bilmiyorum! Tanrı olmalı, diyorum. Tanrı olmalı ki, ben, benim elimden ‘ölerek’ paçayı kurtaran bu birtakım satılmış o… çocuklarının, ikinci turda Tanrı engeline takılacaklarından emin olayım… Yoksa… Bunlar; boyunlarına geçen bir ilmekle, sırf o olmayan kalpleri atmayı bıraktı diye… Sırf ben onları ellerimle öldürdüm diye, yaptıklarının bedelini ödemiş mi sayılacaklar?”
O an şiddetli bir gök gürültüsü duyuldu ve ardındansa alaycı sesi:
“Sanırım yukarıdakiyle aynı fikirdeyiz… Zaman zaman kafamız uyuşsa da, yine de hiçbir zaman her şeyi Tanrı’dan bekleyen biri olmadım. Tanrı… Dediğim gibi biraz kaygısızdır. Çoğu zaman kör ve sağırdan farksızdır. Planlarını ise genelde uzun vadede yapar. Bu yüzden ki, o meşhur cezalandırma sistemi sık sık rötarlı ve dahası seyirciye kapalı olur… E çünkü Tanrı dediğin malum, en yetkili mercii… Elindeki liste uzun; kendisine havale edilen milyarlarca mevzu, aracılığı ile okunan onca bela, ceza, beddua, lanet… Yani, bu iyi güzel de, ben o pasif direniş kuyruğuna girip sıranın kendi dileğine gelmesini bekleyecek kadar sabırlı bir adam değilim. Ne zaman tecelli edeceği belirsiz bir ‘İlahi Adalet’ için ağaçlara çaput bağlayacak vaktim yok. O yüzden… Kendimi bildim bileli, kendi işimi kendim görüyorum. Sonra Tanrı’ya havale ediyorum. Ah… Sanırım biraz garantici bir adamım. Tıpkı bazı o… çocuklarına yaptığım gibi… Onlar, Tanrı’nınkinden önce benim cehennemimden geçtiler. Ki benim sistemim, gördüğünüz gibi, seyirciye tamamen açık!”
Araf.
Ayaklarımı bastığım, iki kıtayı değil, cennet ve cehennemi birbirine bağlayan bir köprüydü sanki.
Ve köprünün tam ortasında, yelkovan ve akrep arasında daralan bir araf.
Günahların ve sevapların terazisi, tam da orada, sabırsız bir adam tarafından unufak edilmişti. Darağacını, denizin ortasına kuran adam, bazı hesapları, tuhaf bir şekilde inandığı ya da inanmak istediği öteki dünyalara bırakamayacak kadar öfkeliydi.
Cennet için kirli, cehennem için temizdi.