“1146!”
Sessizlik.
“1146! Sıra sende!”
Sessizlik.
“Sana diyorum, 1146!”
Sınıfın arka sıralarından kara kuru, zayıf bir çocuk isteksizce ayağa kalktı o an. “Ben mi?”
“Sen tabii!” Meliha Öğretmen öfkelenmişti. “Hafta sonunu anlatma sırası sende.”
Beş on saniyelik bir sessizliğin ardından “balığa gittik” dedi çocuk. “Ailece balığa gittik. Babam balıkları tuttu, annem salatayı hazırladı. Akşama kadar göletteydik. Hava kararınca ateş yaktık. Babam saz çaldı, annemin sesi güzeldir. O da türkü söyledi. Cumartesi günü böyle dolu dolu geçti. Pazar ise sabah, uzun, güzel bir kahvaltı yaptık ailece. Öğleden sonra biraz çarşı pazar gezdik. Akşam da sinemaya gittik. Çok güzeldi.”
“Sinemada ‘Köpeğim Best’e mi gittiniz? Biz de gittik, çok güzeldi!” Ses, ön sırada oturan, sınıfın en güzel kızı Buse’ye aitti.
1146 gülümsedi. “Evet! Çok güzeldi!”
“Ama Best, filmin sonunda ölmeseydi keşke. Ben çok üzüldüm!” Bu kez ses, 1146’nın yan sırasından geliyordu. Sınıfın en yakışıklı çocuğu, Tanju’ydu konuşan.
“Evet, ben de çok üzüldüm!” dedi, 1146 gözlerini Buse’ye çevirerek.
O an, birden sınıftan kahkaha sesleri yükselmeye başladı. Buse dahil, herkes gülüyordu.
“Salak!” dedi, Tanju iğneleyici bir ses tonuyla 1146’ya bakarak. “Filmin sonunda Best’in öldüğü falan yok. Gitmemişsin işte filme! Yine yalan söylüyorsun.”
Kahkahalar bir perde daha yükseldi o an.
“Şişt!” Meliha Öğretmen ise orta parmağınının kemiğini çoktan sınıf tahtasına vurmaya başlamıştı. “Herkes sussun!” Ardından yüzünü 1146’ya dönerek dudağının kenarına zoraki bir tebessüm takındı:
“Oturabilirsin, Nihat.”