80’lerin sonuyla birlikte hayatımıza giren Dünya Vatandaşlığı tanımı, ilk etapta herkesin gözüne o kadar cazibeli geldi ki; her birimizi acaba biz ne yaparız da dünya vatandaşı oluruz diye düşünmeye başladık.
Hayal edebiliyor musunuz?
Birden fazla dilde okuyup, anlayabiliyor ve konuşuyoruz; refah seviyemiz yükseliyor, özendiğimiz ya da imrendiğimiz pek çok şeye erişimimiz kolaylaşıyor, kısacası hayatımız daha kaliteli hale geliyor.
Sınırlar kalkmış ya da en azından azalmış falan.
Müthiş şeyler tabii bu düşünceler.
Amma velakin iş uygulamaya geldiğinde tüm dünya gibi biz de çuvalladık.
Dünya vatandaşı olacağız diye ülkenin batısındakilerin dillerini ve kültürlerini almaya çalıştık. Onu da elimize yüzümüze bulaştırdık.
Kapı komşumuzun (sınır komşularımızı kast ediyorum) dillerini öğrenmeye tenezzül bile etmedik.
Onları bir şekilde üzerine basarak çıkabileceğimiz basamaklar olarak gördük bazen.
Bazen içlerini dışlarına çevirdik.
İhracatımızın bel kemiğini oluşturdukları halde onlara mal gönderirken çürük çarık bir şeyler yollamaktan çekinmedik.
Sonra bir şey oldu.
Öyle çok keskin bir şey değil.
Bir süreç yaşandı diyelim.
Dünya vatandaşı olacakken, küresel köle olup çıktık.
Çok uluslu şirketler ayağımızdaki donun hangi kumaştan olacağından tutun da kaç para maaş alacağımıza kadar her şeyi dikte etmeye başladılar.
Elimizde konuşmaktan, yazmaktan vs. aciz olduğumuz üç yaş İngilizcesi, biraz teknik terim, kurtların yemeye tenezzül etmediği meyveler ve sebzeler kaldı.
Ha bir de boyunduruklarımız ile özentiliklerimiz.
Çünkü biz birinde gördüğümüz güzellik için “Bende de olsa ne güzel olur” demedik, “Bende yoksa onda da olmasın” dedik.
Ve elbette asırlardır bizi kendimizden, kültürümüzden, iç gelişimimizden koparan o meşhur hastalığımız yani “elaleme iyi görünme” ile el elde baş başta kalakaldık.
Daha ne kadar böyle gider derseniz, ben de size “Böyle giderse öpün de başınıza koyun” derim.
Zira bizzat ellerimizle yetiştirdiğimiz çocuklarımızın kendi rahatları bozulmadıkça dünya yansa umurunda olmadığından (burada suçlu aramıyorum daha çok durum tespiti gibi düşünün) 5 sene sonra sızlanmaya başlarız.
Orası kesin.
Velhasılı tüm dünya bize vizesiz geçiş de verse, hem kendi gözümüzde hem de dünyanın nezdinde küresel köleler olarak ancak bir müddet daha varlığımızı sürdürebileceğiz.