Bir bakıyorsun ki . Hayat bir yerde bir gökte. Bazen heyecanda bazen durgunlukta. Korkusu, kaygısı , sesi de var sessizliği kahkahası da. Dizlerin kanaya kanaya sürünürsün bazen gün gelir bulutlarda da uçarsın. Başını yastığa her koyduğunda o gün yaşanan herşey iyisi ile kötüsü ile artık senindir. Rengiyle, kokusuyla, zorbalığı veya mutluluğu ile gerçektir. Ama her sabah öyle midir? Her uyanış belirsiz bir boşluk güneş doğarken. Alev mi buz mu bilmeden uyanırsın. Adımını attığında kapıdan döneceğinin bile garantisi yoktur o kapının eşiğine. Bu kadar boşlukken her gündoğumu bu haddini bilmezlik hiç mi utandırmaz hayatı kesin sanan ruhları.
Ne çok pişmanlık dolu hepimizin hayatı. Geri dönüşü olmayan pişmanlıklar ya da dönülebilecek ama gücün kalmadığı keşkeler. Kimi travma der adına kimi kötü hatıra kimi de yedi ceddine kadar aktarım. Atalarımızı bile suçlayabilecek bir savunma mekanizması utanmazlığı… Hiçbir şeyi önceden bilemediğin bir hayatta nasıl Keşkelere varır ki tüm sandallar. Çektiğin her kürek darbesinde hatırlatmaz mı neyimize güvendiğimizi?
İnsana zor gelen yorgunluğunu belli etmemek için daha çok yorulmasıdır. Zamanın raylarında giderken o rayların yönünü kontrol etmek için verdiğimiz her çaba omuzlara on tonluk bir yük daha değil mi? İşte o yük taşınmaz gibi gelir ve isyan başlar iman tahtasında. Oysa yine her şeyi bildiğini sanan nefsler bilmez mi “Allah hiç kimseye taşıyamayacağı bir yük yüklemez “( bakara 286). Omuzlarına ne yüklüyorsan kendindendir diyorum artık kendime. Pişmanlığı bırak da haydi gel kendine…