Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

İyi Mimarlığın Üç Özelliği

Tarih sahnesinde farklı medeniyetler

Tarih sahnesinde farklı medeniyetler ve uluslar farklı değerlerle karşımız çıkmaktadır. Her dönemin ve medeniyetin kendine özgü karakteristikleri ve uygarlık dediğimiz şeye farklı katkıları var. Kuşkusuz, mimarlık da bir medeniyetin en göze çarpan unsurudur. Çünkü belli bir dönemde, belli bir coğrafyada yaşamış insanların, toplumların ve ülkelerin ruhunun kollektif bir bedenleşmesidir. Yani insanlar neye inandılarsa, birlikte yaşamı kolaylaştırmak için nasıl bir siyasi düzen tuttularsa, kökü doğada bulunan güzelliği tekrar üretmeye ne kadar ihtiyaç duydularsa ona uygun bir dünya inşa ettiler ve kurdukları dünyaların eserleri ve izleri kendi bedenlerinden, kısa yaşamlarından çok daha kalıcı oldu.

Mimarlık her ne kadar uygarlık denen hikayeyle kardeş olsa da yapım sistemlerinin de gelişmesiyle “iyi mimarlık”ın öncelikleri çağdan çağa değişebiliyor. Özellikle yaşadığımız çağın karakteristiğinin ekonomi olduğunu düşünecek olursak.

Sağlamlık, İşlevsellik, Güzellik

Roma döneminde bir binadan üç şey beklenirdi. Firmitas, Utilitas, Venustas. Binanın sağlam olması, işlevini yerine getirmesi ve güzel olması…

Diyelim ki sağlam bir bina yaptınız. Binlerce sene ayakta kalacak olan… Oranları da güzel. Hatta planı ve cepheleri de altın orana uygun olsun. Ama bu sağlam ve güzel binanın içine girmek, içinde her yapacaksak yapabilmek için bir girişinin, bir kapısının olması gerekiyor. İçine giremediğiniz bir binayı kullanabilir misiniz? Ya da yürümemize izin vermeyecek kadar basık tavanı olan bir mekanda rahat hareket edebilir miyiz?

Yine “kusursuz” bir bina tasarlamış olalım. Ama hiç sağlam değil. Demir alacak para yoktu, sadece beton kullanmış olalım. İlk depremde yıkılacağını biliyoruz. Hatta deprem olmadan…

Ya da çok sağlam ve kullanışlı bir bina yaptık ama ruhumuza hitap edecek en küçük güzellikten, detaydan ve uyumdan yoksun olsun. Kullandığımız renkler, malzemeler, dokular, eşyalar tam bir kaos. Sonunda ruh hastası olduk.

Kısaca işlevsellik, sağlamlık ve güzellik iyi bir mimarlık eserinin ve ürününün olmazsa olmaz üç temel şartı. Şimdi biraz daha açalım.

Tanrı işi mi bu?

Bir bina işlevsel değilse o bina ne için yapılmıştır? Tabi ki sembolik değeri fiziksel işlevine baskın dahi olsa işe yaraması için yapılır. Peki binanın işlevini iyi bir şekilde gerçekleştirmesi tam olarak nedir?

Hepimiz yaşamımızı sürdürmek, çalışmak vs. için belli koşullara ihtiyaç duyarız. Isı izolasyonu kötü ve ısıtma sistemi olmayan bir evde hasta olmadan yaşamak mümkün müdür? Güneş ışığı almayan ve aydınlatması yetersiz bir odada ders çalışmak, tren yoluna ya da bebekli bir aileye komşu bir yatak odasında dinlenebilmek iyi bir ses izolasyonu yoksa ve sağır değilsek mümkün olabilir mi? Basık tavanlı mekanlarda ferah hissetmek, havalandırması kötü işyerlerinde sabahtan akşama kadar verimli çalışabilmek, rampası olmayan binalara, dar kapılı odalara tekerli sandalyemizle girebilmek mümkün müdür? Cevaplar hayır. Çünkü mimarlığın en önemli niteliklerinin başında işlev ve işlevsellik gelir. Peki ölçüt nedir?

Komforu abartmaksızın, binanın işlevini iyi bir şekilde yerine getirebilmesi aslında bizim sağlıklı ve mutlu olmamızla yakından ilişkili. Hasta eden, mutsuz eden mekan ve binalar aslında her ne kadar sağlamlık ve güzellik kaygılarıyla yapılmış olsalar da işlerini tam ve eksiksiz yerine getiremezler. Bu yüzden de tasarım ve planlama için gerekli zamanı sıkıştırmamak çok önemlidir. Maalesef ülkemizde binayı yapacak kişi ve firmalar için en sıkıcı ve değersiz süreç çoğu zaman bu tasarım ve planlama süreci oluyor.

Ticaret insanlarının fen insanlarını yönettiği bir dünyada sağlıklı ve huzur dolu binalardan ancak varlıklı kesimlerin faydalanabiliyor olması üzücü. İyi mimarlık herkesin hakkıdır ve bizim insan gibi hissetmemizi sağlayan şeydir. İyi binalarda yaşamak, eğitim almak ve çalışmak üretkenliği ve yaratıcılığı teşvik eder. Ancak iyi mimarlık müstakil binalar özelinde olmamalıdır. Bu noktada azalarak devam eden mimarlık mesleği saygınlığının sözde değil uygulamada da geçerli olabilmesi için sadece iyi projeler üretmek değil ama üretilen projelerin noktası virgülüne imal edilebilmesi, mimarın tasarladığı bina üzerinde tam bir yetkiye sahip olması gerekiyor. Mimar yetkinliğinin denetimi, meslek birliklerinin gücü ve mesleki dayanışma da çok önemli. Çünkü iş alma kaygısıyla ve idareden hızlı proje “geçirmek” vaadiyle proje üretmek, işlevini tam yerine getiremeyen, doğuştan sakat binaların ortaya çıkmasına sebep oluyor.

Mimari proje bedellerinin inşaat maaliyetine oranla daha adaletli olduğu, mimarın inşaat, makine, elektrik gibi diğer proje müellifleriyle birlikte birlikte çözüm ürettiği, hataları bertaraf edilmiş, alel acele çizilmek ve ruhsatlandırılmak baskısı olmadan, müteahhit firma tarafından tasarlandığı gibi yapılmak zorunda “kalan” binalar sağlık ve mutluluk üretebilirler. Bu, ülkemiz için gerçekleşemeyecek mi hayal midir? Mimarın tüm süreçlerde başrol oynaması ve tam sorumluluk alması zaruridir.

Öte yandan hepimizin mimarlık konusunda farkındalık inşa ederek kullandığımız mekan ve binalara, tanrı işi olarak kabul etmeksizin daha eleştirel bir gözle bakmayı öğrenmesi, sağlıklı ve iyi işleyen binaların tasarlanması ve yapılmasında önemli bir rol oynayacaktır.

Aman mimarım demir fazla çıkmasın!

Bir binanın sağlam ve kalıcı olması çok önemli. Çünkü onu inşa etme çabamıza ve harcadığımız kaynaklara değmesi gerekiyor. Gelir adaletsizliğinin bu kadar arttığı, dünya nüfusunun birkaç yüzyılda bu kadar ivmelendiği, doğal kaynaklara baskının bu kadar arttığı bir dünyada 30 sene içinde yıkılması ve yerine yenisinin yapılmasını öngördüğümüz kısa “ekonomik ömür”lü binalar tasarlamak ve inşa etmek yasal olarak suç olmasa bile ahlaki açıdan oldukça problemlidir. Ne doğaseverlikle ne de vatanseverlikle bağdaşmaz.

Bu durumda sağlamlık dediğimiz unsur karşımıza bir soru ile çıkıyor: “Sağlam olsun ama ne kadar sağlam olsun?” Çünkü sağlamlığın da ekonomik bir bedeli var. “Depremlere dayansın ama ne kadar dayansın?” “Depremde yıkılmasın ama yıkılacaksa da öncesinde nasıl davransın?”

Sağlamlık, inşaat mühendisliği dediğimiz mesleğin en önemli meselesidir. İnşaat mühendisi binanın yapım sistemine göre taşıyıcı sistemin boyut, kesit, malzeme ve imalat ayrıntılarını tasarlar ve hesaplar. Doğrudan bina sağlamlığı ile ilişkilidir. Bu süreçte mimar ve inşaat mühendisi arasındaki iyi işbirliği, tasarlanan binanın işlevselliği ve güzelliğinden vazgeçmek zorunda kalmamak için çok önemlidir. Eğer mimar binayı tasarlarken binanın taşıyıcı sistemini doğru kurgulamaz, bunu sadece inşaat mühendisinin bir işi olarak görürse binanın işleyişini ve estetiğini bozacak sayısız soruna hazırlıklı olmalıdır. Bina tasarımını çok disiplinli bir iş olarak ilerleyen bültenlerde ele alacağım.

Deprem karşısında daha dayanıklı binalar inşa etmek için çıkan yeni yönetmelikler oldukça önemli. Ancak günümüzdeki paranın ahlaki değerler üzerindeki en büyük baskı olduğunu düşünecek olursak topluma konut inşa etme gücüne sahip müteahhit azınlığın bina sağlamlığı / elde edilecek kar denklemini uzun ömürlü binalar inşa etmek yönünde kurması, bunun için de devletin imar politikalarının doğal kaynakları korumak yönünde olması, yasaları bu yönde yapması çok önemli. Yapım, yıkım ve tekrar yapım döngüsünün kısa olması üzerine kurulu bir ekonomik modelin değişmesi için önce “dünya bizim malımız, onu isteğimiz gibi kullanırız” düşüncesinin toplumun her katmanında değişmesi gerekiyor. Antik Mısırlılar gibi “sonsuza kadar” ayakta kalacak tapınaklar yapma zihniyetinden çok uzak olsak da, bizler de en azından tarihle bağ kurmanın bir yolu olarak daha sağlam ve kalıcı mimari eserler üretebilmeli, var olanları daha iyi koruyabilmeliyiz.

Zokayı yutmak

İlk ikisi kadar nesnel olmayan üçüncü bir nitelik iyi mimarlığın güzel oluşudur. Peki güzel olan ve güzellik nedir?

Antik dönem filozofu Platon ve Yeni Platoncu ardılları algılanır nesnel dünyamızın madde ve şekil olarak iki ayrılmaz kutbunun olduğunu, güzelliğin, algılanır dünyanın temelini oluşturan akledilir dünyanın özlerinden biri olduğunu ve bu özün algılanır dünyadaki az veya çok yansımasının güzel ve daha güzel arasındaki farkı yarattığını savunmuşlardır. Işık nasıl bazı nesneleri daha fazla bazılarını daha az aydınlatırsa güzellik ilkesinin daha fazla bedenleştiği oranda güzelden bahsetmek söz konusu oluyor. Sanatın pek çok alanında kullanılan ve kültürler üstü bir güzellik ölçütü olan altın oran konusunu Mimarlık ve Estetik başlıklı bir bültende ele alacağım ama bu orantı sistemi de bir puta dönüşebilir tabi…

Peki bu durumda güzellik göreceli midir, evrensel midir? Moda mıdır, kalıcı mıdır? Bu soruların yanıtını vermek zor. Çünkü güzellik aklımızdan çok hislerimize hitap eder. Bizi iyi hissettiren eserler ve güzellik algımız yaşadığımız çağdan, kültürümüzden, tüketim alışkanlıklarımızdan, medeniyet kurgumuzdan etkilense de sanat tarihinin incelemekte mutabık kaldığı eserler vardır. Öte yandan bir mimarlık eserine güzellik penceresinden bakabilmek ve eleştirebilmek için öncelikle bize ticari amaçlarla güzel olarak yutturulmuş bir yapılı çevre konusunda farkındalık kazanmış olmamız gerekir. Günümüz reklam dünyası neredeyse tamamen bizim güzellik inancımızı arzularımız üzerinden manipüle etmek üzerine kuruludur. Bu durumda “bu güzel mi?” sorusunu sormadığımız her noktada bize atılan zokayı yutarız.

Ancak, uyum bir mimarlık eserini değerlendirmekte iyi bir anahtar olabilir. Kendimize şu soruları sorabiliriz: Bu bina çevresi ve doğa ile uyumlu mu? Bu binanın pencere-kapı boşlukları, oranları birbiriyle ve bütünle uyumlu mu? Bu binada kullanılan kaplama, renk ve dokular birbiriyle ve çevresiyle uyumlu mu? Bu binanın kendine has bir kimliği var mı? Bu bina çevresine ve yapıldığı döneme bir değer ve anlam katıyor mu, katacak mı? Belki bu tip bir sorgulamayla bir binanın, bir yapılı çevrenin güzelliğini (ve çirkinliğini) daha objektif bir gözle değerlendirebiliriz.

İyi bir mimarlığın başka nitelikleri yok mu? Bu bahsettiklerim en temel olanlardır. Doğal kaynaklara insan baskısının arttığı, sürekli kalabalıklaştığımız ve mekanikleştiğimiz, bilim ve teknolojinin sürekli geliştiği modern dünyada ekoloji başlığı altında sürdürülebilirlik ve yaşam döngüsü temelli tasarım, tarihi ve çevresel bağlam, ekonomiklik gibi başka niteliklerin de mimarlık eserleri ve ürünlerinde hayat bulmasını ararız.

Daha güzel ve sağlıklı bir geleceğe…

Cem KILIÇOĞLU

Tüm Hakları Saklıdır. | Renowtech