Her birimizin içinde, zamanın derinliklerine gömülmüş, masumiyet ve sevinç dolu bir döneme ait bir hazine bulunur: çocukluk. Zaman geçtikçe, yaşamın karmaşıklığı içinde kaybolmuş gibi hissedebiliriz, ancak çocukluk anıları, bir zamanlar var olan basit mutlulukları hatırlamamıza yardımcı olur.
Çocukluk, renkli balonlarla dolu bir pazar günü gibidir. O günlerde, her bir an, keşfedilmemiş bir macera gibiydi. Sokakta oynanan oyunlar, masum kahkahalar ve rüzgarın saçlarımızı okşadığı akşamlar… Zamanın geçişi hafızamızda iz bırakmış olsa da, çocukluk anıları zamanın ötesinde bir yerde var olmaya devam eder.
Çocukluk anılarına geri dönmek, bir zamanlar hiç kaybolmamış gibi hissetmektir. Oynadığımız oyunların heyecanı, annemizin yaptığı lezzetli kurabiyelerin kokusu ve babamızın bizi sırtında taşıdığı güneşli günler… Her an, bir zaman makinesi gibi bizi geçmişe taşır ve o güzellikleri tekrar yaşamamıza izin verir.
Ancak çocukluk anıları sadece nostalji değil, aynı zamanda bir öğretmen gibidir. O dönemdeki saf duygular, samimiyet ve merak, hayatın karmaşıklığı içinde kaybolmuş olabilir, ancak bu anılar bize hatırlatır ki asıl değer, basit ve içten şeylerde yatıyor.
Çocukluk anılarına geri dönmek, bir an için günlük yaşamın telaşından uzaklaşmak ve o masum zamanlara bir pencereden bakmaktır. Bu anılar, yaşamın iniş çıkışları arasında kaybolmuş olan içsel çocuğumuzu bulmamıza yardımcı olur ve bize hatırlatır ki ne kadar büyürsek büyüyelim, içimizdeki çocuk hiçbir zaman kaybolmaz.
Belki de çocukluk anıları, bir çiçeğin ilk açtığı andaki tazeliği hatırlatır bize. Zamanla solan çiçekler gibi, hayatın gerçekleri bazen masumiyeti solutabilir, ancak çocukluk anıları, bu solan çiçekleri yeniden canlandırabilir. Böylece, ara sıra çocukluk anılarına bir yolculuk yapmak, içsel çocuğumuzla buluşmak ve o güzel günleri hatırlamak, yaşamın karmaşıklığına maruz kaldığımızda bize biraz ışık ve umut verebilir. Çünkü çocukluk, yaşamın en değerli hediyesidir ve o hediye, içimizde daima yaşamaya devam eder.
Nermin Yıldız