Üşümekten geçip yanmaya başlayan ayak tabanlarının değdiği, karanlıkta uzayan beyaz izlere dönüp bakındı, rüzgarın bile içselleştiremediği ayazı çekerken ciğerlerine. Kaç kulaç attığını düşündü. Yürümeye başladığı ilk ana kadar uzanıyordu ayak izleri. Soğuğu olabildiğince hissedebilmek için derin bir nefes daha aldı ciğerlerine. Ellerinde oluşan devasa nasırları sevdi bir müddet. Başını kaldırıp yağan kar tanelerinin yüzüne değişini hissetmeyi beklerken sırtında oluşan acı, yıldırım gibi çarptı gerçekliğine.
İnleyişlerin kulaklarında oluşturduğu yankılanmaya kendi sesi de ekleniverdi. Sıcağın beşiğinde, koca kadırganın en alt güvertesinde, nefes almakta zorlandığı halde var gücüyle asıldı koca küreğe, yanında oturan ve aynı küreği tutan yedi adamla beraber. Sırtındaki acı bar bar bağırıyordu yüzüne. Ayaklarını düşünmeye çalıştı, zihnindeki. Soğuktan yanan ayaklarını. Yüzüne değmeye ramak kala bir kar tanesinin; ikinci yıldırımı yedi sırtına. Yüzüne yaklaşan o kar tanesi önce su damlasına daha sonra da buhara dönüşüverip yok olmuştu çoktan, yüzüne değemeden. Rüzgârın uğultusuna koca adamların inleyişleri karışıyordu. Daha da sıkı kapadı gözlerini. Kapadı zihnini. Sırtından akan sıcak, kuyruk sokumuna geldiğinde tekrar karlar üzerindeydi, soğuktan yanan ayakları.
Yüzüne değen ilk kar tanesiyle bıraktı elleri küreği. İkinci kar tanesi değdi burnuna. Başı geriye doğru düştü. Üçüncü kar tanesini iki dudağı arasında hissettiği anda devrildi bedeni, koca küreğin yanına. İki çift el uzandı bedenine. Apar topar kaldırdılar sintine içerisinden. Kıça doğru sürüklenirken bedeni, yağan karın tane tane üzerini kapatışını hissediyordu zihni. Ahşap koca kapak gıcırdayarak açıldı. İki çift el boşluğa bıraktı bedenini. Karların üzerine uzanmış olan zihni, karşısındaki karlı dağdan gelen büyük bir gürültü duyumsadı. Kadırganın en alt güvertesinden denizin serin ve derin sularına girerken aklına gelen son şeydi bu. “Çığ.”