Uzun zamandır aklında olan bir düşünceyi gerçekleştirmenin kararlılığla açtı gözlerini. Dağınık odasını toplamakla başladı sabaha. Saat sabah 08:52 yi gösteriyordu.
Odasından çıktığında bir daha odaya girmeyeceğini düşündü. Yaşanmışlıkların sayfalarını özenle toplayıp, ahşap bavuluna kaldırmıştı. Toparlandı yürerken. Sıyrıldı; büyük bir acıyla, geçmiş anların güzelliğinden. Banyoya vardı adımları. Aynada yüzüne bakmayı hiç ummuyordu. Kendi gözlerinin içine. Bu denli dikkatli ve son defa.
Traşını olup çıkması biraz yavaşlatmıştı kendini. Savaşı kaybediyordu, benliği ile kendisi arasındaki. Hızlandı. Dün gece salonda çıkardığı kıyafetlerini giydi. Beyaz gömleğinin yakasını indirdi, siyah sade kravatı üzerine. Saçlarını taradı, aynaya bakmadan, ilk defa. Gözlerinden korkuyordu. Kendi gözlerinden. O savaşı kaybetmekten. Her gün yeniden yaşamaktan. Biliyordu. Bu sefer olmazsa bir daha asla yapamayacaktı bunu.
Sandalyeyi salondaki avizeyin altına koydu. Elindeki tornavida ile avizeyi özenle çıkardı. Büyük bir güçle tutması gerekiyordu bu avizeyi. Ağırlığı altında dengesini kaybedip düşebilirdi. Bunun anlamını savaşı kaybetmek olarak vurguladı hayaline. Avizenin takıldığı kalın çelik kancaya döndü gözleri. Sırtını dönmüş kancanın ağızı kendisiyle aynı yöne bakıyordu.
Sandalyeden indi, diğer tarafa geçmek için.O an çoraplarını giymediğini fark etti. Ritmik bir hayat telaşıyla ilerledi halının üzerinde. Sanki ilk defa hissediyordu ayaklarının altındaki halıyı. Yaşam, kendinde bırakmak için her şeyi deniyordu. Kendine kızarak aldı çoraplarını, kapının köşesinden. Çorapların üzerine, dün boyadığı siyah ve desensiz kunduraları geçirdi. Bir kaç ufak tozu pantolonunun arkasına sürdü, tek ayak üzerinde. “Şimdi hazırım.” Sandalyeye çıktığında, istemsizce titreyen eline baktı. Kalbinde hiç bir hızlanma yoktu. Derin nefesler almıyordu. Benliğin son çırpınışlarını besteliyordu, isimsiz bir piyanist. Zihni de tarafını seçmiş, benliğinin yanında yer almıştı.
Kıravatının ucuna kalın bir düğüm attı, gevşetip belirli bir noktaya getirince. Ensesinden tuttuğu kıravat boşluğunu, ayak parmakları yardımıyla kancanın ağzına geçirdi. Parmak uçlarına yaptıramadı istediği gevşetmeyi. Sallanmaya başladı, sandalyeden düşmek için. Bir eliyle de kıvatın çıkmamasını sağlıyordu. Aynadaki yüzü konuşuyordu şimdi, kendisiyle.
Zamanın durduğunu düşündü. Bedenini hiç bir şekilde hareket ettiremiyordu. Kıravatı tutan kolu yerçekimine yenik düşerek salındı aşağı doğru. Gayriihtiyari bir titreme geldi. O an devrildi sandalye. Kıravat kancadan çıkmadan ağırlığa boğuldu. Bütün yükü boynunda hissederken durdu titremesi. Gözlerini kapatmak istiyordu ama bu imkansızdı. Boğuluyordu çünkü. Darağacına asılma yöntemleri geldi aklına. Boyun kıran şekli de vardı, yükün birden binmesiyle. Kıravatı geldi aklına sonra. Kopmamış, kendisini yarı yolda bırakmamıştı. Bu düşünceye gülerken daldı karanlığa. Savaşı kazanmıştı. Kolundaki metal saat 09:13 ü gösteriyordu.