Kim anlayabilir, telefonla konuşmanın güvende olma hissini?
Hızlı adımlarla yürürken saatine anca bakabilmişti. Geç kalmıştı baya. Geç kalmak kelimesinin “kişisel” anlamlarını çağırıştıyordu beyni. Telefonu geldi aklına. Bir hışım çıkardı, hiç bir zaman tek seferde bulamadığı çantasından. Bol ışıklı ana caddenin tam ortasından yürüyordu, büyük bir tedirginliğin ardı sıra. Düşüncelerinin yağmurunda yoruldu ruhu. “Neden?”
Alel acele çevirdiği ilknumara çalıyordu şimdi. Üç dört beş. Açan yoktu. Hangisine bastığını emin olamadan götürdü telefonu kulağına. Ardından gelen adımları hissediyordu ruhunda. Biraz daha titredi elleri. Korkunun bilinmezliğine başlayan yolculuğu giderek ürkütücü oluyordu. Derin bir nefes alıp avazı çıktığı kadar bağırdı. En fazla üç dört odanın ışığı yandı koca ışıklı sokakta. İkinci çığlığın tam ortasında kesildi sesi, bir elin ağzını kapatmasıyla.
Bir pencere açıldı yanan ışıkların birinde. Silüetin, kendisine bakan sessiz varlığı çok ama çok daha acıtmıştı ruhunu. Pencere ardında sönen üç dört lambanın karanlığında boğuldu tüm geleceği.
Aradığı iki kişiden birisi açsaydı telefonunu böyle ol ayacaktı. Sesi duyan ardındaki karanlık, tedirgin olacaktı. Hiç birisi yaşanmayacaktı. Hayal bile edilmeyecekti ânı. Telefonla konuşmanın güvende olma hissi eksikliğinde yenildi bütün duyguları.
En kalabalık caddenin öğlen vaktinde delindi bedeni, yirmi yedi bıçak darbesiyle. Asıl acıyı hissetti yüreği. Yanından geçen yüzlerce insanın “umursamazlığı”na yenik düştü benliği. Bir yardım edeni görse, bırakmayacaktı kendini ölüme. Çok sonraları geldi, gelmesi gerekenler yanına. Adaletin uygulanma süreciydi hukuk. Önemsemedi, alışılmışlığına vererek.
Gözlerine sürülen son iz, kaldırımın kenarında balık tutan adamın; malzeme çantasını karıştırıyor olmasıydı, başındaki feneri yakarak.
İnsana inat insan olabilmenin huzuru içinde kapattı gözlerini. Bir kediye bile kış dememiş,sevmişti.
Zihninde son gördüğü, çocukken babasıyla oynadığı oyunlar bütünüydü…