Üşengeç çiçeklerin beyaz çizgiler üzerine heyecan tohumu ektiği bir sabahtı Ankara’da. Zihinlerin adımsal algoritması eşliğinde çözülen zaman, birer ikişer vuruyordu her bir yaprağımın kıyısına. Beni tutan ellerin titrek ıslaklığından çok bakışlarını karşıdan ayıramayan gözlerin, her gelen geçeni durduracakmışçasına anlık kitlitlenişi, yapraklarımı diri tutmam için biraz daha moral oluyordu bana. Masadaki arkadaşlarımın ağız dolusu gürültüsü ile birleşen anason kokusunun silik rüzgarı, içimizdeki beklenen zamanı gelecekten taşıyan bir ulak olarak çıkıyordu karşımıza. Gülümsememiz, birilerini mutlu edecek olmamızdan kaynaklıydı. Ankara ayazdı. Ankara siyah beyazdı. Ve biz hep beyaz tarafındaydık o karanın. Bi Göz yaklaştı bana doğru. Acele doluydu bütün yüzü. Titreyen elden eldivene geçti bedenim. Sallandım biraz. Dökülür gibi oldu gülücüklerim. El değiştirdi yine bedenim. Anason kokulu dostlar masasındaki başka bir bukete gitti elleri. Hafif bir tur attı etrafında hızlıca birisi. Eldivenli el gülümsedi. Titreyen ıslak el gülümsedi. Masadan az önce kalkan buket gülümsedi. Alış veriş bitier bitmez bi kaç yaprağım daha koptu bedenimden. Beyaz çizgilerin oraya nasıl geldiğini anlamıştım. Siyah beyazdı kızılay. En son bir çöp kutusunda buldu bi çocuk beni. Geciken mutluluğun alış verişsiz ve çıkarsız huzuruydu bu. Ölmeden önce Son anımsadığım, bir çift gözün bana sakince gülümsemesiydi.