Prof. Dr. Esergül Balcı
Sosyal medyada dolaşan bir anı, bize diğer ülkelerdeki çevre anlayışı farkını fazlasıyla anlatıyor.
Kanada’da yaşayan Türk kökenli bir Kanada vatandaşı, çok sevdiği bir ağacın çiçeğini de içeren bir dal koparıyor ve elinde dalla her zaman gittiği bir lokantaya yemek yemeye gidiyor. Ancak bir tuhaflıkla karşılaşıyor. Ona çok ilgi gösteren garsonlar, bu kez onu görmezden geliyor ve hizmet vermiyorlar.
Bir süre sonra, bir polis arabası görünüyor. İçinden çıkan polisler bizim vatandaşın yanına gelip, dalı niye kopardın diye hesap soruyorlar. Ardından da dalın boyunu ölçüp, dalın uzunluğuna göre ceza yazıyorlar.
Gelelim ülkemize. Ülkesinde böyle davranan, siyanürle altın aramayı yasaklayan, doğaya, ağaca, çevreye bu kadar değer veren Kanada, Türkiye’de siyanürle altın arıyor. Fransızlar HES yapıyor, vatandaş susuz kalıyor.
Bunun suçlusu elbette söz konusu ülkeler değil. Bizzat bizleriz, bizler!
Biz ülke vatandaşları ve yöneticiler olarak bütün bunlara çanak tutuyoruz.
Akbelen’in, Hatay’ın, Kazdağları’nın, Fatsa’nın, Finike’nin, Saros’un, Kirazlı’nın, Kışladağ’ın içler acısı hali ortada. Buraları, yenilenebilir enerji kaynakları yaratmak mümkünken talan ediyor, peşkeş çekiyoruz.
Ormanı kesip su kaynaklarını yok edip maden arıyoruz, boş hazine arazileri dururken zeytin ağaçlarını kesip, istimlak edip depremzedelere ev yapıyoruz ya da daha çok kar amacıyla Karadeniz’de yine ağaçları kesip taş ocağı yapıp çevreyi yaşanmaz hale getiriyoruz.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri A. Geterres, “artık küresel ısınma dönemini bitirdik, küresel kaynama dönemine geçtik” dedi.
Unutmayalım ki, biz Dünyayı çocuklarımızdan ödünç aldık.