Modern Bir Türkiye Masalı
“Şey, bilmem ki…” Mehmet resme bir kere daha göz attı. “Aa, şu Rüstem’e bak, nasıl da karımın yanına sokulmuş! Biliyordum zaten karımda gözü olduğunu. Ben öldüm diye bayram etmiştir namussuz! Geri dönmem lazım!” Sırada Mehmet’in arkasındakiler kafalarını bulabildikleri her yere vura vura dövünmeye başlamıştı. “Olacak iş mi bu!” diye bağrışıyorlardı.
“MEHMET!” diye bağırdı memur. “ÖLDÜN SEN, ÖLÜSÜN, TAMAM MI?” Ölüm belgesine damgayı bastı.
“Yarın yine gelebilir miyim?”
“Evet. En fazla kırk itiraz hakkın var.”
“Gelmem bir şeyi değiştirecek mi?”
“Hayır.”
“Eh, iyi madem, sabah ilk iş yine gelirim.”
Kuyrukta ilerledikçe, kırk itiraz girişiminden sonra mezara dönüldüğünü öğrendim. Bazılarına ek bir seçenek sunuluyor, bakanlığın üst katlarından daha yetkili birini görme izni veriliyordu. Ama bu ruhların küle dönmüş benizlerle aşağıya indiğini gören herkesin gözü yılmıştı.
Sıra bana geldi.
Bakanlık görevlisi yepyeni bir üniforma giymiş, eski moda gözlük takmış, dalgalı saçlı, iki dirhem bir çekirdek bir adamdı.
“Anladığım kadarıyla çeşitli sebeplerle ölmüşüm.”
“Evet, doğru.”
“Esas sebep hangisiymiş acaba?”
“Önemi var mı, ölmüşsün işte,” diye kestirip attı memur.
“Eh, orası öyle aslında.”
“Cenazene kaç kişinin geldiğini görmek istiyor musun?”
“Yok, istemem, kalsın.”
Biraz şaşaladı, kalemini masaya vurmaya başladı.
“Ölümüne itiraz başvurusunda bulunacak mısın?”
“Sanmıyorum. Olmuşla ölmüşe çare bulunmaz demezler mi?”
Ölme konusunda bu kadar rahat davranacağım hayatta aklıma gelmezdi doğrusu.
Memur, “Kırk defa geri gelebilirsin,” diyerek belgeyi damgaladı.
“Bence iyi biriydim.”
Adam bana baktı. “İstersen üst kata çıkabilirsin ama oraya gitmek bir şeyi değiştirmez, hatta her şeyin daha beter bir hale gelmesine yol açabilir.”
Kafam bomboş bir halde, ışıl ışıl parlayan beyaz mermer basamaklardan yukarı tırmanmaya koyuldum. Ezelden beridir tırmanıyormuşum gibi gelmeye başladığı sırada karşıma normal, hatta biraz kırık dökük beyaz bir kapı çıktı.
Daha kapıyı tıklatmama bile fırsat kalmadan bir ses, “Gel,” diye seslendi.
“Otur bakalım da başlayalım. Öncelikle şunu açıklıkla belirtmek istiyorum, sen ölüsün.” Son sözcükleri iyice ağır ağır söylemişti. “Ve hiçbir şey bunu değiştirmeyecek. Şurayı imzala, ben falanca filanca, filan filan, ölüyüm. İmzaladın mı? Güzel.”
“Evet, bunları hallettiğimize göre, nasıl yardımcı olabilirim?” Hırpani giyimli, birkaç tel saçı kalmış, tıknaz bir adamdı.
“Şey,” dedim. “İyi bir insandım, onlar da beni buraya yolladı.” Ödül kazanmışım gibi aptal aptal gülümsedim.
“Tanrıya inanıyor musun?”
Olamaz, mahşer günü. Yüzümden terler akmaya başladı.
Devamı gelecek…