Hoşnut bir şekilde inceledi kendini. Siyah saçları, siyaha yakın kahverengi gözleri, uzun kavruk yüzü… Her detayı bir ressamın, bir heykeltıraşın elinden çıkmış gibiydi. Birden yüzünü bir endişe ve korku kapladı. Eliyle saçındaki beyaz bir teli tutmuş çaresizce bakıyordu. Uyanıp uyanmadığı ile ilgili bir şüpheye kapıldı. Elinde tuttuğu tek telle uzaklaştı ve geri yaklaştı. Işıktan mıydı acaba, koparıp koparmamak arasında gidip geliyordu. Bu haliyle çok gülünçtü gerçekten. Bense bu sahneye öyle alışığım ki. Yüzyıllardır ne krallar ne kraliçeler, ne güzeller ne çirkinler aynı ifadeyle elinde bir beyaz saç teli bakakaldı bana. Beni en çok eğlendiren anlardan biridir. Gerçeğe çarpma hali. İnsanoğlu hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar. Beyaz saç teli hayatın küçük bir hatırlatmasıdır sadece. Ve ölümü ne kadar unutmuşsa bir insan, bu hatırlatmanın şoku o derece yüksek olur. Bu yakışıklı adam da o kadar güveniyordu ki güzelliğine, değil ölümü yaşlanacağını ve yüzünün bir yaprak gibi solacağını unutmuştu. Yaşlılığın da ayrı bir güzelliği olduğunu bilmez böylesi, ömrünün geri kalanını gençliğine duyduğu büyük özlemle geçirir.