Samimiyet “içtenlik, içten gelen bir duygu” şeklinde geçmiyor mu sözlüklerde. Yoksa bizim içimizde mi bir sıkıntı var ki kendimizi bulmakta zorluk çekiyoruz. Herkesin kendini aradığı şu devirde bir tutam samimiyete hasret kaldık. Peki bizim iç dünyamızı şekillendiren duygular neler? Kendimizi ne kadar bilip, ne kadar dinliyoruz. Yeni aldığımız bir teknolojik aletin tüm özelliklerini bir bir araştırıp bilme telaşından kendimizi bilme olgunluğuna erişemiyoruz. Modernizmin dünyaya hüküm sürdüğü bir zamanda, eşyaya gösterdiğimiz ihtimamı ruhumuza gösteremiyoruz. Her şeyin kolayının arandığı bir zamanda yaşıyoruz. Yaptığımız her işi en kolay yoldan bitirmenin derdindeyiz. Her şeye vakit ayırabiliyor, fakat iç sesimizi sürekli bastırıyoruz. Oysa bir dinlesek biz bizden ne istiyoruz? Ruhlarımız neyle şifa bulmak istiyor? Hızla geçen ömürde bize kalacak olan, inandıklarımız ve bu uğurda gösterdiğimiz samimiyet olacaktır. Kitaplarını büyük bir zevkle okuduğum bir yazarın şu cümlesi tefekkür etmeme vesile olmuştu: “Hayatı kendi içine almazsan, sen hayatın içinde esir olursun.” O halde hayatın içindeki esaretimize son verip kendimizi bulma vakti gelmeli. Gelmeli ki bizden şifa bekleyen ruhumuza, duygularımıza derman olabilelim. Kendimizi dinleyip yeni bir dünya kurma yolunda yol alabilelim.